hissettiğim pişmanlık hat safhadaydı.jeongguk benim arkamdan arabaya döndüğünden ve biz yola kaldığımız yerden devam ettiğimizden beri hissettiğim pişmanlık hat safhadaydı.
benzinlikte duruşumuzun ardından üç saat sonra kalacağımız tatil köyüne varmış, oda sayılan küçük kulübelere geçmiştik. arabada geçirdiğimiz o üç saat ise benim için cehennemden farksızdı. gerginliğimden dolayı yol boyu direksiyonu sıkan parmaklarım hala daha ağrıyordu. jennie aldığı içeceği içip kestirmişken jeongguk arabaya ilk bindiği halden apayrı bir şekilde dudaklarını birbirine bastırarak sırıtıp durmuştu.
elbette namjoon jeongguk'un yüz ifadesinden, benim direksiyonu sıkıp duran parmaklarımdan ve stresli hareketlerimden bir şeyleri fark etmişti. özellikle arka aynadan jeongguk'u izlediğim kısa bir anda göz göze geldiğimizden itibaren bakışları ikimizin arasında gidip gelmişti tatil köyüne varana dek.
hadi ama, kim olsa parmaklarını dudaklarında gezdirip gülümseyen bir jeongguk'u izlemekten geri duramazdı.
tıpkı benim benzinliğin lavabosunda duramadığım gibi.
geldiğimizden beri geçen bir saatte herkes yerleşmekle uğraşırken ben valizimi öylece bir kenara atmış, çift kişilik yatağın üstüne uzanmıştım. hem pişmanlığımın beni boğazlamasına hem de o anların kafamda tekrar tekrar oynamasına izin veriyordum.
jeongguk'u düşünüyordum fakat onu düşünmekle kalmıyor; jimin'i ve uğruna can verebileceğim arkadaşlığımızı düşünüyordum. jimin'in yerinde ben olsaydım, onun bana aynı şeyi yapmayacağını bilmek ise beni bir ateşten alıp başka bir ateşe atıyordu.
diyorum ya işte, hissettiğim pişmanlık hat safhadaydı.
'sen, beni istiyorsun, taehyung.'
jeongguk'un sesi tekrar kafamın içinde yankılanırken gözlerimi yumdum.
'üstü kapalı bir şekilde anlamadığına göre artık açık açık göstereceğim sana.'
delilikti.
ima ettiği şey, öpüşmemiz, geri çekildiğimde söyledikleri... arabadaki halleri bile delilikti.
jeongguk bu kadar umursamaz olamazdı, özellikle de jimin'e karşı. bir ihtimal bana hisleri olsa da jimin'e ihanet edecek kadar düşemezdi, düşmezdi.
tıpkı benim düştüğüm gibi.
tam kendimi yastıklardan birini yüzüme basarak boğmayı düşündüğüm sırada odamın, daha doğrusu kaldığım küçük kulübenin kapısı tıklatılmıştı. bu dakikadan sonra kapımda jennie'yi falan görmeyi beklerken karşılaştığım surat ile omuzlarımı düşürmüştüm.
namjoon kapımda dikilmiş, kollarını göğsünde bağlamış bana bakıyordu. beni sorguya çekeceğini biliyordum ancak en azından tatili atlattıktan sonra konusunu açar diye düşünüyordum, yine yanılmıştım belli ki.
"sahile inelim." dedi kısa bakışmamızın ardından. onu ikiletmeden odanın anahtarını cebime atıp dışarı çıkmış, arkasından sahile dek takip etmiştim sessiz bir şekilde.
akşam saatlerine yakın olduğumuzdan güneş tepeden düşmüş, yerini hafif bir esintiye bırakmıştı. sahile yerleştirilen masalardan birine geçtiğimizde ise konuşmaya başlamadan önce iki tane kokteyl söylemişti namjoon, beni uzun uzun konuşturmayı planladığı şimdiden belliydi.
"benzinlikte ne döndüğünü dökülmenin tam vakti."
sıkıntılı bir nefes aldım, ona her şeyi baştan anlatmam gerekiyordu çünkü yemekten itibaren olan hiçbir şeyden haberi yoktu.