saat gece üç suları, kafam yapıştırıcının kokusundan dolayı hayli güzel. proje arkadaşım eunji kısa bir uykuya dalmış, muhtemelen uyanınca onu seslemedim diye bana bir ton laf edecek.
masanın üstünde duran sigara paketi ve çakmağı alıp kapının önüne çıktım. saat gece üç ya; sokak sessiz, hava karanlık, yıldızlar da olabildiğince parlak. dudaklarımın arasına aldığım sigarayı yakıp bir nefes çekerken de bunun sırıtışı vardı yüzümde. mümkün olabilse yalnızca geceleri yaşardım, tam da bu saniyede olduğu gibi.
boş sokağı izleyip parmaklarımın arasındaki sigaranın keyfini çıkarıyorken telefonumdan kısık seste açtığım şarkıyı dinliyordum. ağaçlar çiçek açmaya başlamıştı baharla beraber, geceler de artık eskisi kadar soğuk değildi.
üç gün önce jin'in evinde yemek yemiştik, jeongguk ile olan konuşmamızdan sonra ise gece yarısına dek oturup eve dönmüştüm. namjoon beni eve bırakmıştı tam da söz verdiği gibi, yolda ise bana gereksiz bir muhabbet çekmişti. hala evlilik konusunu yemekte söylemesine sinirliydim. sırf dikkat çekmek için ortaya atmışken jeon'un farklı tepki gösterdiğini söyleyip durmuştu, dışarıda bana 'evlenme olur mu?' dediğinden haberi bile olmamasına rağmen.
üç hafta yokluğunu çektim, demişti. daha fazlasını istemiyorum, evlenme olur mu?
yüzü gözümün önüne gelince güldüm. çok güzel çocuktu jeongguk, belki beni ona aşık eden sadece güzelliği olsa vazgeçmem de kolay olurdu.
jeon jeongguk yalnızca güzel değildi: zeki bir çocuktu, her şeye biraz yeteneği vardı. yemek yaparken güzel sesiyle şarkı söyler, etrafı toplarken kendi kendine dans ederdi. resim yapardı, oyunlar oynardı jeon, çok da şımarıktı. sevilmeye bayılırdı, iltifat edildiğinde kocaman gülümser, parmaklarıyla oynayarak utanmış gibi yapardı daha fazlasını duymak için. güzelliğine önem verirdi, her sabah spor salonuna gider, dudaklarını sürekli çilekli nemlendiricisi ile parlatır, cilt ve saç bakımını aksatmazdı.
belki bu yüzdendir ki jeongguk'u sevmek saniyelerimi aldı, o ise hayatımın on senesini.
dalgınlığımı bozan şey telefonumdan gelen müziğin kesilmesi oldu. bakışlarımı ekrana çevirdiğimde birinin aradığını gördüm, tabi telefonu elime alana dek arayan kişinin jeongguk olduğundan haberim yoktu.
çattığım kaşlarımla ismine bir süre bakmıştım, sonra ise tam kapanmak üzereyken aramayı cevapladım.
"tae?"
bir süre sessizlik oldu, telefonda ona cevap vermeme şansım olmadığını fark ettim. derin bir nefes verip biten sigaramı yere attıktan sonra yenisi çıkarmak adına hareketlendim boştaki elimle.
"jeon?"
paketten çıkardığım bir diğer dalı dudaklarımın arasına alıp çakmakla ucunu yakar yakmaz derin bir nefes aldım.
"sesini duymak istemiştim," dedi. "gece gece neden ayaktasın? hem sen yine mi sigara içiyorsun?"
sanki kendi içmiyormuş gibi bana sürekli bunu sormasına gözlerimi devirdim gülerek, sigaramın dumanını üfledim sonra.
"sen sigara içtiğim anlara denk geliyorsun özellikle."
jeon kıkırdadı hattın diğer ucunda. oyun oynuyordu yine, ona bunu söyleyeceğimi bildiği için özellikle soruyordu sigara içip içmediğimi.
"uzun zaman sonra ilk kez uzun bir cümle kurdun bana. belki de sigara içtiğin anlara denk gelmeye devam etmeliyim."
küçük bir tebessüm belirdi yüzümde o böyle konuşunca. bir ihtimal, dedim. sonraki saniye ise tebessümüm kayboldu tıpkı ihtimaller gibi, beynimde şimşekler çaktığını hissettim anbean.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moth to a flame | tk.
Hayran Kurguseni en başında ihtiyacın olan şeye geri çekeceğim.