0.8

92 12 5
                                    

zamanın hızlı geçtiğini anlayalı çok olmamıştı. dönüp baktığımda ya da düşünmeye kalktığımda olayların aslında çok da uzun olmayan bir süre içinde yaşanılmasına şaşırıyordum.

ilk önce jeongguk ve jimin bir ilişkiye başlayarak grup toplanmamıza gelmişlerdi, sonraki üç hafta ben onlardan, bu yüzden de arkadaş grubumuzdan uzaklaşmıştım. katılmayacağım üçüncü buluşmada ise namjoon planımı bozmuş, beni kolumdan tuttuğu gibi jin'in evine sürüklemişti ve ipler ise tam olarak o gün kopmuştu.

jeongguk ile yumruk yumruğa kavga ettiğimiz gün akşama kadar ağladığımı anımsıyorum. jennie geceden kalmalığını bir kenara bırakarak yanımda beklemiş, nasıl yapacağını bilmese de beni teselli etmişti ya da en azından bunu denemişti.

yine de yalnızca bir gün olsa dahi köşeye çekilip içini boşaltmak iyi gelmişti bana. sözde benim ona hazırlayacağım kahvaltıyı o bana hazırlamış, geç de olsa bir şeyler yiyerek sohbet etmiştik gün boyu.

akşam olduğunda beni bırakıp bırakmama konusunda emin olamasa da yalnız kalmak istediğimi söylediğimde bana alan tanımıştı. o gece ise bundan sonra geçireceğim uykusuz gecelerin yalnızca bir ön gösterimi olmuştu benim için. gün doğana dek dönüp durduğum yatağımda içinde bulunduğum karmaşadan nasıl çıkacağımı düşünmüştüm.

son zamanlarda sürekli bir karmaşa içinde olduğumdan dolayı ne yapacağımı düşünmek yeni değildi. ancak bazı şeyler ortaya çıktığında artık verdiğim kararlara bir bahane bulamıyordum.

başta jeongguk'a yaklaşırken kendimi suçlu buluyordum ama ona karşı koyamamama bahane bulmak kolaydı: onun bana yaklaşımı, kapılar ardına sakladığımız dokunuşlar, ilişkilerinin şüpheli gelmesi... ancak şimdi sahte ilişkilerinin farkındayken ve ikisinin giriştiği aptal oyunu biliyorken her şey öncekinden çok daha yanlıştı.

vicdanım rahatlamış değildi. gerçekten birlikte olmasalar da bu, ben onları birlikte sanıyorken jeongguk'a dokunduğum gerçeğini değiştirmiyordu. jeongguk kendi keyfindeyken beni nasıl bir ateşe attığını anlamıyordu ve ondan beklediğim gibi özür dileyemeyecek kadar inatçıydı.

kendini suçlu görmüyordu bile.

jeongguk'u tanıyordum, onu en az kendim kadar iyi biliyordum. böyle bir işe girişeceğini düşünmesem de başından beri yanlış gelen şeyler olduğunun farkındaydım ve çok kez bana 'yoksa onu tanımıyor muyum?' dedirtmişti. ama hayır, o benim tanıdığım jeongguk'tu.

beni deli eden, uğruna kalbimi sızım sızım sızlatan adamdı. bencildi, inatçıydı, istediğini elde ederdi ve asla da çekingen biri olmamıştı. oldum olası böyleydi; ortaokulda kendinden büyük çocuklara kafa tutarken de, hepimiz liseye geçtiğimizde ortaokulda olmasına rağmen dersi biter bitmez bizim okulun bahçesine koştururken de, hatta liseye geçtiğinde bizden alt sınıfta olmasını umursamayıp benden hoşlandığını söyleyen kişilere laf sokup etrafımızdan uzaklaştırırken de...

jeongguk deli doluydu; ben ise sakin olan kişiydim. o kavgalara karışır, çoğunlukla başlatan kişi olurdu; ben ise kavgayı ayırıp yapıcı davranan kişiydim. benim aksime lisede birçok kişiyle takılmış ve o yıllarını gerçek bir liseli gibi yaşamıştı.

benim lise hayatımın bir önceki senelerden tek farkıysa daha büyük ve serbest oluşumdu. bir sevgilim olmamıştı, jeongguk bana o niyetle yaklaşan insanları etrafımdan savardı ancak savmasa da o kalbime ve aklıma düştüğünden beri kimseyle tam olarak bir ilgilenmişliğim yoktu.

lise yıllarımızda, bir gün çıkış vakti suratı beş karış yanına gelmişti bahçede. ergenliğin getirisiyle serseri takılırdı biraz, saçları hep dağınık olurdu ve gömleğinin üzerine daima bir ceket giyer, kravatını gevşek bağlardı.

moth to a flame | tk.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin