8. Bölüm: Balo

86 4 3
                                    

Bir sene önce; Haziran
Alarmın lanet sesi kulaklarımda çınlarken. Yatakta yüz üstü döndüm ve yastıkla kulaklarımı tıkadım. Yani tıkadığımı zannediyordum sanırım. Alarm nihayet susmuştu. Bir dakika! Ben neden alarm kurmuştum?
Yanlışlıkla kurmuşumdur. Boşver uyu işte.
İç sesimi dinleyerek kendimi uykunun rahatlatıcı kollarına bırakacağım sırada o Allahın belası alarm yine çaldı.
Alarm nerdeyse 2-3 kere daha çaldığında artık bıktım ve yatakta oturur vaziyete gelip komodinde duran telefonumu elime aldım. Az önce çalanlar alarm değildi ki. Aramaydı. Hemen parolayı girip arama kısmına girdiğimde 5 cevapsız arama gördüm. İki tanesi Ebrudan. Üç tanesi ise Gökçeden gelmişti. Bu kadar ısrarla arayacak ne olmuş olabilirdi ki? Ya bir şey olduysa? Allahım ya kızlar kaçırıldıysa? Ya Ege düşüp bayılıp bir yerlerini kırdıysa?
Benden daha gevezesin Esin! Bir de bana geveze diyordun, sen ilk kendine bak be. Hem kendini yiyeceğine gerdi dönsene kızım aramalarına.
Hemen Ebruyu aradım. Telefonu anında açtı. Telefon haçan çaldı da açtı bu kız?
"Bir şey mi old..." diyeceğim sırada karşı tarafdan sesler yükselmeye başladı.
"Esin öyle olsun. Benim telefonlarıma geri dönmeyip Ebruyu aramana bozulmadım değil. Sana bir şey diyeceğim beni iyi dinle uykucu, küçük, ucube. Saat öğlen üç ve sen hâlâ uyuyorsun. Ve hatırlatmak isterim akşam yıl sonu balosu var." Ah, bu Gökçeydi. Ne demişti o? Saat üç mü demişti? Hayır hayır saat üç olamaz. Bu kadar uyumuş olamazdım dimi?
Tam bir şey söyleyecekken Gökçe telefonu kapattı. Ne uğradığıma şaşırmış haldeyken kapı çaldı. Hemen kapıya koştuğumda karşımda tanıdık kişileri görmek beni şaşırtmamıştı. Geçmeleri için geri çekilip kapıyı ardına kadar açtığımda Ebru ve Gökçe içeri geçtiler. Yani benim odama.
Beni hiç umursamadan direkt dolabımın önüne geçip kıyafet seçmeye başladıklarında ben kollarımı birbirine kavuşturmuş kapıya yaslanmış onları izliyordum. "Sizede günaydın! Aa pardon tünaydın demeliydim." dedim.
"Tünaydın canım." dedi Ebru.
Gökçe ise cevap vermedi ve seçtiği bir elbiseyi yatağıma fırlattı ve dolabıda kapattı. "Tam da tahmin ettiğim gibi. Kızım senin hiç elbisen yok mu? Bir tek bu var bunu da yolda geçen hayvana giydirsek beğenmez. Hangi aklıla hikmet aldın sen bunu?" dedi Gökçe.
"Ya ben spor giymeyi seviyorum." diyerek sitem ettim.
Gökçe sinsice güldü ve elindeki bez çantasına kaçamak bir göz attı. Ebrununda dudakları hafiften yukarı kıvrılırken ne yapacaklarını idrak etmeye çalıştım.
Gökçe elini çantaya soktu. Çok geçmeden eline çantanın içindeki şeyi eline aldı ve bana gösterdi.
Kollarımı vücudumun yanına salıp doğrulduğumda. "Hadi ama ya. Niye bana elbise getirdiniz. Neden yani dışarı çıkarken elbise mi giyeyim?" dedim.
Ebru sıkıntılı bir nefes verdi. "Kızım bu akşam yıl sonu partisi var söyledik ya telefonda." Ah sanırım beynim o kısmı atlamıştı.
Balo vakti...
Arabayla balo yerine geldiğimizde halimden hem mutluydum hemde mutsuz. Mutlu olmamın sebebi elbisem o kadar güzeldi ki otomatikman bende güzelleşmişim gibi hissediyordum. Mutsuz olmamın sebepi ise bu elbisenin içinde hiçte rahat değildim. Baloya spor gelmem için kızları ikna etmeye çalışsamda bu kızlar hiç pes etmiyorlardı.
"Balonun en güzel tarafı velisiz, öğretmensiz olması sanırım." dedi Ege arabayı park etmeye yer ararken. Arabayı park ettikten sonra kalabalığın içinden zar zor sıyrılıp boş bulduğumuz bir kokteyl masasına kurulduğumuzda sahnede birileri şarkı söylüyordu. Sanırım bu gece isteyen herkes bu sahneye çıkıp şarkı söylecekti. Gözlerim ışıldarken. "Bende söyleyeceğim ama birazdan." dedim.
Gökçe el çırptı "Evet," dedi, "Kesinlikle söyleyelim." Bize doğru döndü. "Ama herkes tek söyleyecek en son hepimiz söyleriz belki." dedi.
"Ben içecek alacağım. İstiyor musunuz?" dedi Ebru.
"Ben alkol alayım," dedi Gökçe.
"Ay Gökçe biz senin sarhoş halinle mi uğraşalım şimdi ya?" dedi Ege alayla. Gökçe ise ona göz devirmekle yetindi.
"Vişne suyu," dedim. Vişne suyu benim en sevdiğim içecekler sırasında ilk sıradaydı. Nedensizce çok seviyordum bu içeceği.
"Banada vişne suyu." dedi Ege.
Ebru bizden uzaklaşıp sağ taraftaki bara giderken ben sahnedeki kişinin şarkısını bitirmesini bekliyordum.  Kız sonunda şarkısını bitirdiğinde alkışlamaya başladım. Gerçekten iyi bir sesi vardı. Hemen arkadaşlarımı masada bırakıp sahneye ilerlerken. Oradaki adamlara söyleceğim şarkının adını söyledim. Siyah sahnenin ortasında beyaz kıyafetimle dururken kendimi kuğu gibi hissetmiştim. Bizimkilere kısaca bakarken giydiklerine hiç dikkat etmediğini farkettim ama bunu biraz sonra yapacaktım. Şu an şarkı söylemek istiyordum. Belki şu an söyleyeceğim şarkı bulunduğumuz ortama uygun değildi ama ben bu şarkıyı seviyordum. Ve mekan neresi olursa olsun söylemekten utanmıyorum. İnsan sevdiği şeyleri yapmaktan utanmamalıydı bence.
Şarkının nakaratı kulaklarımı doldururken gözlerimi kapattım. Benim hayatta en sevdiğim 3 şey vardı. Birincisi: Tabii ki Ege, Ebru ve Gökçeydi. İkincisi: Kitaplarım ve müzik. Üçüncüsü: Çocuklar ve Vişne suyuydu. Elbette daha birçok şey seviyordum ama ilk üçümde -bazı sevdiğim şeyleri aynı sıraya koydum çünkü eşit seviyorum- bunlar vardı.
Çalan şarkı Sena Şener'in Porselen Kalbim adlı şarkısıydı.
Benim porselen kalbim
Karanlık bir çağa düşmüş
Tek başına savaşırken
Bir aşka esir olmuş
Yüz bin parça, hepsi sevgisiz

Benim porselen kalbim.
Herkese duvar örmüş
Büyük bir kumar ortasında
Gerçeğe göğüs germiş
Yüz bin parça, hepsi çaresiz...

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 02, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Cinayetin Peşinde (Değişecek)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin