III

13 3 7
                                    

O buluşmanın üzerinden tam iki hafta geçti. O akşam eve geldiğimde bu Berin yani Sezin'e dikkat etmek için ona özel ayrı bir defter çıkardım. Defterin başına rüyamdaki halini ve o akşam gördüğüm halini yan yana çizdim. Hem rüyadaki hem de o akşamki izlenimlerimi o deftere yazdım ve defterin kapağına "Serin (Sezin-Berin karışımı... Biliyorum çok saçma.) Vakası" olarak adlandırdım. Geçen iki haftada içerisinde hem yansımada olsun hem de gerçekte olsun bir anda hayatımın odak noktası haline geldi.

Mesela bir gün... İşteyim. Yeni yapacağımız takıları tasarlıyorum, çizim aşamasındayım daha. Bir anda telefonum titriyor ve Begüm'den bir mesaj. Instagram'dan bir hikaye yollamış bana, Cenk'in hikayesi. Sezin'le birlikte sarmaş dolaş gece çıkıp deliler gibi eğlenmişler, bizle bu kadar eğlenmez puşt herif. Sonrasında resmen Cenk'in bu kıza adım adım düşüşünü Begüm'le birlikte hikayeleri izleyerek şahit olduk. Bunlar sadece iki haftada oldu.

Fakat işin garip tarafı şuydu, bu gerçeklik, normalde yansıma evreni olarak adlandırabileceğim rüyalarımda böyle değildi. Berin'in o tarafta iki isteği vardı, biri elmastı. Bu elmas herhangi bir elmas değil, yapılması yasak çeşitten. Elmaslara mikro evren işlemek aslında yasak değil ama eğer ki belirli bir yerin yansımasını işlemek istiyorsan bunun için üst makamlardan izin alman gerekiyor. Baya zengin öyle böyle değil sorun şu ki izni yok. Biz çok güvenilir tipler değiliz tabii, Bengü birkaç kere bunu yaptı ama benim gözüm bu kızı tutmadı. Çünkü ikinci isteği, Cem'in sezgilerini doğru çıkarıyordu. Kızın da Cem'e karşı hisleri vardı ama kız her an bu safı kullanabilirdi. Aslında Cem hiç saf değildir ama konu Berin'e gelince adamın kafasında "404 not found" penceresi çıkıyor resmen. Gerçi kızın amacı sırf elmas olsaydı eğer, Cem'i tavlar sonra elmastan bahsederdi, tam da burası benim kafamı kurcalıyor işte. Şimdiden "Serin Vakası" defterini yarıladım. Kafamı kendi işime veremez olduğumu fark ettiğim anda Begüm'ü aradım.

Mesaisi bittiği bir sabah evine gittim. Begüm'ün evini çok hoş çünkü üç tane kedisi ve içeri girince huzurlu hissettiren bir havası var. Aslında İstanbul'un çok da iyi olmayan bir semtinde oturuyor ama onun varlığı ortamı güzel kılıyor bence. Onu çok seviyorum demesem de olur.

İçeri girdiğim anda Begüm'ü sanki beş yıldır görmüyorum gibi sarıldım ama gerçekte sadece bir hafta olmuştu. O bir hafta içerisinde on yıllık şey yaşamış gibi hissediyordum. Çünkü ilk defa rüyalarım benim kafamı bu kadar kurcalamaya başlamıştı. Gerçi Begüm de yüzümden anlamıştı bir şeylerin doğru gitmediğini.

"Hala... Berin ay Sezin... Berin... Ay ne boksa onu mu düşünüyosun sen?"

Buna çok güldüm. Begüm'ün o kadar umurunda değildi ki bu kız, adını bile bilmiyordu artık. Kafayı salladım ve kendimi Begüm'ün koltuklarından birine attım. Tam o anda üstüme kedisi Gölge atladı, nedense ikimiz iyi anlaşıyoruz beni gördü mü hemen geliyor. İkinci kedisi Minik, sonradan alıştığı için uzaktan uzaktan bakıyor, üçüncüsü Dalida da hiç keyfini bozmuyordu. Hayattan en çok keyif alan canlı büyük ihtimalle oydu. Gölge'yi biraz severken Begüm bir şeyler anlatacağımı bildiği için çoktan kahve yapmıştı ve hemen içeri getirdi, buna da çok güldüm.

"Ya deli, hemen de kahveyi yapmışsın... Az değilsin sen de he."

Begüm kahveleri masaya koyarken şöyle cevap verdi.

"Keyfini çıkaralım diye ya. Bak kediler var, kahve var, senle ben rahatız, yalnızız, güzeliz, çıtırız. Dedikodu da işin terapisi olsun. Rüyadaki evrenlerin dedikodusu yapmayan da ne bileyim..."

O kadar hazırdı ki anlatacaklarımı dinlemeye o dünyadaki mutlak rahatlığa yetişmiş Dalida'nın rahatını bozup kucağına aldı ve kahvesini yudumlamaya başladı. Ben de tam o anca çantamı işaret ettim.

NamütenahiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin