herkese selam, ben geldim! yıldıza basmayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın lütfen, iyi okumalar perisi 🧚💜
bölüm berayyko0 bebisim içinnn 🐣
berk, ilk teneffüs zilinin çalmasıyla birlikte parmaklarının arasında döndürdüğü kalemi bıkkınca sıranın üstüne bıraktı. kaan, yankılanan tok ses ile birlikte başını ömer'in omzundan ayırıp arkasına döndü. berk süsen ile, kaan da ömerle oturuyordu.
"korktum," dedi gözlerini kısıp yalancı bir öfkeyle berk'e baktığında. "doğruyu söyle, ne istiyorsun kulağımdan?" berk kıkırdadı. omzunu silktiğinde ömer de çoktan arasına dönmüştü.
kolunu berk'in sırasına yaslayarak, "niye korkutuyorsun lan kaan'ı?" diyerek sordu. gözlerini devirdi, berk. aklına, aybike ile okulun arkasındaki ağaçların orada buluşacağı geldiğinde oturduğu sıradan ayağa kalktı.
kravatını düzeltip çantasından getirdiği yazı defterini aldı. "ben gidiyorum," dedi ve sırıtarak ekledi. "pek ihtiyacım olmayacak ama siz yine de şans dileyin."
süsen, kızılın özgüvenine karşı gülmeden edemediğinde kaan sırtını ömer'e yaslamış, başını omzuna yerleştirerek tavanı izlemeye başlamıştı. "aynen kanka."
aybike'nin kolay kolay o yazıları kabul edeceğini düşünmüyordu. kız fazla belli etmese de en yakın arkadaşı talya olduğunu düşünmesine çok kırılmış, alınmış ve utanmıştı.
berk, kaan'ın açıkça umursamadığını belli eden cümlesine karşı gözlerini devirip sınıftan ayrıldı.
dün kızla mesajlaşırken biraz gerilmişti, bunu inkâr edemezdi. ciddi, mesafeli ve kolay ikna olmayan birisi gibi gelmişti gözüne. aslında olması gerekenin bu olduğunu düşünüyordu, berk. yazmak zor bir işti, birisiyle ortak yazmak, düşünce tartışmak yazmaktan daha önemli bir konuydu ve aybike doğal olarak ilk defa konuştuğu birisine gel birlikte yazalım diyerek kollarını açamazdı.
okulun arkasına geldi. ağaçlık alana doğru ilerlemeye başladığında, oldukça tanıdık gelen bir müzik sesi işitti.
asya ile avrupa'nın
dudağınla dudağımın
birleştiği bu kentteyim ben
emir can'ın sesinin yanında başka bir ses vardı. sessizce ilerledi. ağaçlık alanın ortasına göz gezdirdiğinde, çimenlere uzanmış kıvırcık saçlı kızı gördü.
saçları açıktı. telefonu yanında, şarkı çalıyordu. kravatıyla oynarken bir yandan şarkıya eşlik ediyor, diğer yandan uzanınca yukarı doğru katlanan eteğini düzeltiyordu.
ağacın dallarının arasından vuran kavurucu güneşin ışığı, tıpkı doğa misali yeşile çalan ela gözlerine vuruyor, parıltılı ve güzel görünmelerini sağlıyordu.
çökmüşüm bir merdivene
sarmışım bir gazeteye
nevaleyi boğaziçi'nde
aklına, sarhoş olduğu o gece geldi. tenha bir sokağın kaldırımına çökmüş, eliyle gazeteye sardığı bira kutularını yoklarken telefonu çalmıştı. o konuşmaya dair hatırladığı tek şey, konuştuğu kişi her kimse onun nevale'yi dinlediğiydi.
tepede ince bir yağmur
dilde bir şiir mahur
uyuyor işte istanbul