Bugün bir şarkı dinledim. İlkay Akkaya söylüyor şarkıyı.
"Bizim annelerimiz iki uçurum arasında doğurdu bizi.
Açılıp kapanan ve hep derinleşen,
dibinde karanlıklar yetişen,
yaşadıkları hayat bir gül yüküydü.
Hep ağır goncaları gören bizdik.
Parçalansınlar diye bin kere biz onlara bin uçurum verdik.
Bizim annelerimiz kirli bir hayata temiz ekmeklerle büyüttü bizi."
Uçurum Anneleri adlı şarkının sözleri Sabri Kuşkonmaz'a ait. Dinlerken aklıma bir atasözü geldi:
Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz.
Birkaç sene önce bu atasözünde geçen "ana" kelimesi üzerine bir tartışma çıkmıştı. Çünkü atasözünün orijinalinin ane gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz olduğu düşünülüyordu.
Bazı insanlar bu kelimenin Bağdat yakınlarındaki "Ane" adlı bir uçurumdan geldiğini söylüyordu. Çünkü yar kelimesinin sevgili anlamının dışında bir de uçurum anlamı vardı.
Bazı çevreler ise divan edebiyatında, 13. yüzyıldan beri anne/ana kelimesinin yerine "ane" olarak kullanıldığını söylüyordu. Mah yerine meh demek, şah yerine şeh demekle aynı şeydi ane ve anne kullanımı. Muheffef kullanım. Yani onlara göre ana bizim bildiğimiz anaydı.
Dilin canlı bir varlık olduğunu söylüyoruz. Bu canlılık dilin gelişmekte olduğunun en büyük kanıtı. Dolayısıyla kelime alışverişlerinin, atasözlerinin/deyimlerinin farklı varyantlarının olması çok doğal geliyor bana. O yüzden de kelime uçurumluk bölge anlamındaki Ane de olabilir, anne anlamındaki ane de olabilir.
Atasözündeki ana kelimesi uçurumluk bölge olan Ane ise, bilimin merkezini simgeleyen Bağdat'a ulaşmanın zorluğundan bahseder. Ne de olsa bilgiye ulaşmak kolay bir şey değildir. Anne olan ana ise annelerimizin bizleri büyütürken geçtiği uçurumlu yolları anlatıyor. Tıpkı şarkıda da söylediği gibi.
"Bizim annelerimiz iki uçurum arasında doğurdu bizi."