Eksikler vardır.Fazlalıklar vardır.
Bir şeyler vardır.
Aslında hiçbir şey yoktur.
Hayatımda hiçbir zaman tamamlanmayı beklemedim. Ben hiçbir zaman bir şey beklemedim ama hayat bana sürekli bir şeyler verdi. Kusurlu şeyler. En başta ailemdi bu. Doğduğumdan beri gördüğüm o iki insan. Biri sadece midemi bulandırırken diğeri buz gibi hissettiren; anne ve babam.
"Arabayı halledin siz, iz bırakmayın." Karşımda oturan adamın kayıtsız sesini umursamadan yemeğimi yemeye devam ettim.
"Akşam için üç kişilik yer ayırt, geleceğiz." dediğinde kaşlarımı çattım. Ne saçmalıyordu? Telefonu kapatıp masaya bıraktığında ve açıklama yapmadan yemeğine devam ettiğinde gözlerimi anneme çevirdim.
"Akşam ne var?" dedi, ne demek istediğimi anlamış soruyu çok sevgili eşine iletmişti.
"İş yemeği." dedi kısaca. Sağol canım ya.
"Ben gelmiyorum." dedim aynı onunki gibi soğuk bir tavırla. Bal gibi de gidiyorsun Jennie. Evet gidecektim ama bu itiraz etmeyeceğim anlamına gelmiyordu.
"Önemli bir iş yemeği Jennie." dedi başını tabağından kaldırmadan.
"İşin, adam öldürüp üstünü kapatmaya dönüşmüşken önemli olmaması garip olurdu tabii." dedim omuz silkerek. Suyumdan bir yudum aldıktan sonra annemin uyarıcı bakışları altında mutfaktan çıktım. Üst kattaki odama hızla girdiğimde annem peşimden geliyordu.
"O senin baban Jennie." Siyah hırkamı formamın üzerine geçirip sandalyemdeki çantamı ve yatağımın üstündeki telefonumu hızla kapıp kapıya doğru adımladım.
"Jennie." dedi bu defa oldukça sert bir sesle. Sıkılmıştım. Durum buydu. Bu an için kullanabileceğim kelime buydu. Bu ev için, onlar için.
"Bir daha o kelimeyi kullanma," dedim bıkkın bir ifadeyle ona kısa bir bakış attım. "Midemi bulandırıyor." diye devam ettim yüzümü buruşturarak, ardından kendimi önce odamdan sonra evden dışarı attım.
Baba kelimesinin sadece midemi bulandırması artık hiçbir şey ifade etmiyordu. Cidden sadece az önce yediğim haşlanmış sebzeler midemde dönüp duruyordu. İğreniyordum. Bu kadardı.
Apar topar ayağıma geçirdiğim botlarıma baktım bir süre. Hava buz gibiydi ama üstüme sadece bir hırka almıştım. Donuyordum. Soğuğu hissetmeyi seviyordum ama sabahın yedisinde okula giderken bunu yapmama gerek yoltu. Telefonuma gelen aramayı cevaplayıp boş sokağın ıslak kaldırımında yürümeye başladım.
"Efendim Lisa."
"Okulu ekelim Jennie yoksa kapıları kilitleyip içerdeki bütün aptallarla yakacağım burayı." dedi sinirle söylenerek. Su sesi geldiğinde lavaboda olduğunu tahmin etmiştim.
"Senin şu Marco'lar yok diye mi bu öfke?" dedim alayla. Lisa, Taehyung'un sorusunu nasıl olduysa hemen çözmüştü. Eve gittiğimde beni arayıp anladıklarını onaylatmış ve saatlerce dalga geçmişti. Yani, haklıydı.
"Okulu ekmezsek bebeklerimi artık sadece demir parmaklıklar ardından göreceğim." dediğinde gülümsedim.
"Devamsızlığım sınırda, seninki de öyle." diye mırıldandım sıkıntıyla. Bende çok isterdim Lisa. İnan en çok ben isterdim.
"Off. Hemen gel o zaman. Jisoo, Rosé'yle kantine indi tek kaldım sınıfta, tek kalınca çişim geliyor benim." dediğinde lavaboda olduğuna emin oldum. Kıkırdadım.