Adettendir başlangıç tarihlerinizi alayım şuraya:
"Zaten bir yerde kötülük varsa, oradaki herkes biraz suçludur."
-Zülfü Livaneli, Son Ada
Gece gökyüzünü terk etmemekte kararlıydı, güneş amansız bir savaş veriyordu lakin gecenin eteklerine güneşe emanet edemeyeceği kadar günahkar, gizlemekten kendini alıkoymayacağı kadar masum bir çığlık dolanmıştı. Bir varmış bir yokmuş, dedi gece güneşe. Güzel mi güzel bir kız bebek gözlerini açmış zemherinin ten kestiği bir öğle vaktine, yeşil yeşil bakmış dünyanın çirkinliğine. Hep zorunda bırakılmış. Koşmuş, düşmüş dizleri paramparça olmuş ama o kalkmış, tekrar düşmüş sürünerek de olsa savaşmış.
Yenildi.
Tanrıça gibi güzel bir kadının son çığlığı takıldı soğuk aralık gecesine. Hep üşümüş bu kadın, yine çok üşüyor. Bilirsin toprak ne üstünde ne altında sevmez onun gibi kulları.
Birkaç saat önce işlenen cinayet gecenin bile sırtında kambur yaratıyordu. Kadınların ölmesine alışmıştı bu kent fakat bu sefer beklenmeyen bilinmeyen ve kaburga sancıtan cinstendi. Bir kadın ölmüştü ama onlarca kişi kalacaktı enkazın altında.
Bilmiyorlardı.
Şimdilik.
Geceki fırtınanın ardından şaşılacak bir sakinlik hakimdi hem şehre hem de hava durumuna. Güneş cılız ama aydınlatmaya yetecek ışınlarıyla yavaş yavaş hakimiyet kurdu gökyüzünde.
Polis arabalarının kırmızı mavi ışıklarının arasından genç bir komiser üzerinde crime scene yazan sarı bantlarla çevrilmiş alana doğru kendinden emin adımlarla ilerledi. Yorgunluk omuzlarına binmişti fakat bunu gizlemek istercesine dik yürüyordu. İki buçuk gündür uykusuzdu, göz altları bunu beyan etmek ister gibi şişti. Olay Yeri İnceleme ekibine "Kolay gelsin, arkadaşlar," dedi ellerine mavi eldivenleri geçirirken. İngilizcesi aksansızdı ama kulak tırmalamıyordu.
"Sağ olun, komiserim" Cümlenin sahibi olay yerine ondan on dakika kadar önce gelmiş, yaklaşık sekiz saattir görmediği yardımcısıydı. "Bir kadına ait." Şaşırmadı komiser. "Maktulü görmek istediğinizden emin misiniz?" Bu genç polise göre az önce mavi örtüyü kaldırıp bakmak hayatının en büyük hatalarından biriydi.
Komiser yeşil gözlerini örtüden çekmeden "Kimlik çıktı mı?" diye sordu. Bedenen buraydı; rüzgâr terli sırtını üşütüyor saçlarını hafifçe karıştırıyordu, bakıyordu örtüye ama gördüğü o değildi. Zihni iki akşam öncesindeydi. O tartışma olmamalıydı. Saatlerdir haber alamıyordu, huzursuzdu.
"Hayır." Komiser afalladı, sonra aklına az önce sorduğu soru geldi. "Ve..." Yardımcısı her şeyi ağzının içinde çok geveliyordu. "Komiserim görseniz iyi olacak."
Kaşlarını çattı, iki dakikadan az zamanda değişen neydi? "Kim bulmuş cesedi?
"Şu çocuk." Parmağıyla kadın polisin yanında, salıncakta oturan çocuğu işaret etti. Yedi-sekiz yaşlarında görünüyordu ve görmemesi gereken bir manzarayı görmüş gibi değildi, oldukça sakin bir şekilde konuşuyordu kadınla.
Kadınlar ölüyordu.
Doğduğu evde, büyük neşeyle kurduğu yeni yuvasında, sokağın ortasında... Kadınlar her yerde öldürülüyordu.
Ve insanlar buna alışmıştı.
Komiser uzun bacaklarıyla üç adımda ulaştı rüzgarın hareketlendirdiği gölün birkaç metre berisindeki cesede, çöktü ve sol eliyle mavi örtüyü kaldırdı. Türkçe bir şeyler mırıldandı, olay yeri inceleme ekibinden biri hariç etraftakiler anlamadı, o da anlamlandıramadı zaten. Ama ana dilindeki bu cümle komiserin göğsünü morfin olmadan açtı ve cehenneme ait karlar yağdırdı.
"tanrı biliyor ki ben melek olmak istemiyorum."
---
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HUVAR
General FictionHuvar. Ölüm meleğine pazarlanmış bir ruhtan kopan çığlık gecenin eteklerine dolandı, gün ışığıyla kıyıya vurdu. Geçmiş kesilen damardan sızan kan gibi sızıp kalanların ruhunu kirletti. Bir sızı kentin kana doymayan topraklarını inletti. Bir kad...