1.YERSİZ GÖKSÜZ ÖLÜMLER

9 1 2
                                    

1.YERSİZ GÖKSÜZ ÖLÜMLER

Blackfield, Pain

Ölümün kokusu evinize bir kere siner ve oradan gitmez; isterse yıllarca havalandırın o koku içinize işler, her nefeste sizi de gömer. Kaçamazsınız nereye giderseniz gidin sizinle gelir, ölümün gölgesi hep ensenizde nefes alır. Unuttum dediğiniz anlarda bile sizinledir. Günler geçer, yıllar geçer ama o geçmez. Siz yine de havalandırın evinizi, baştan aşağı yıkayın, elleriniz parçalanana kadar her bir köşeyi silin, ben başaramadım ama siz başarın.

Yersiz göksüz acılar hep son sürat devrildi üzerime, enkazlarında ezilirken nefesimin kesilmesini ve zulmün son bulmasını istedim. Yüzlerce gece sebebini bile bilmediğim acılar göğüs kafesimi kendine yuva bildi, onlar içimde uçsuz bucaksız yangın oldukça suya hasret toprağın suyu dilediği gibi diledim ölümü.

Ben hep ölüme kaçtım, onun aksine.

Kolay olan mıydı? Yüzlerce insan, yüzlerce cevap, onlarca argüman... Ama benim için kolay olandı. Hayatta kalabilmen için seni duymaları gerekiyor ve bağırmadığın sürece duymazlar. Ben yorgundum; sanki yıllar önce olan çetin bir savaşta aylarca savaşmış onlarca kayıp vermiş acının her tonuna şahit olmuş bir asker gibi yorgundum.

İlkbaharın ilk günlerindeydik, ılık esinti altında oturduğum erik ağacınının meyveleri gibi kırmızı renkli olan yapraklarını dansa zorluyordu. On üç yaşındaydım. On üç bahar görmüştüm daha ama yüzyılların taşıyamayacağı şeyler omuzlarımdaydı, kamburum vardı daha o yaşta. Büyük uğraşla doladım urganı o dala, büyük bir kararlılıkla baktım eserime. Sonra Dirhem elinde bir tahta parçasıyla geldi, intihar ipimden salıncak kurdu. O gün akşama kadar birlikte sallandık.

Hastaneden koşarak çıkmak istemiş ama zihnimde kaybolmuştum sonra da adımlarım beni buraya getirmişti. O salıncağa. Gölün kenarına.

"Çok canı acıdı!" diye bağırdım batan güneşin renklerini yüzeyinde ağırlayan göle doğru. Karşı kıyıda bir hareketlilik vardı ancak görebildiğim yalnızca sarı bantlardı. Dirhem'i burada mı bulmuşlardı, mimozanın altında?

Savaşın artıklarında kendiliğinden yetişen mimozanın özgürlük olduğuna inanırdı. Bense yalnızca güzel bir ağaç olduğuna.

Yaş dolu gözlerim alev alev yanıyordu, bütün vücudum titriyordu. Kendimi göle bıraksam daha mı kolay olurdu her şey? Ona kalsa çok güçlü biriydim, yalnızca acısını bildiğim şeylerin bile üstesinden gelmiştim. Ama bu kadarı fazlaydı. Kaldıramıyordum. Dirhem'in yalnızca dövmesinden tanınacak kadar eritilmiş cesedi gücümün çok üzerindeydi.

Midem bulandı. Olduğum yerden kalkıp göle yaklaşıp kusmak istedim fakat oraya yürüyemeyecek kadar çok titriyordu bacaklarım, ağzıma gelen ekşi suyu geri yuttum boğazımda yanma hissi oluştu. Göğüs kafesimdeki yangının kentine bile uğrayamayacak kadar küçüktü.

Benim ablam ölmüştü.

İlk ve tek oyun arkadaşım, annem, babam... Bana yemek yapmayı, saç örmeyi, güçlü durmayı, duramıyorsak bile rolünü yapmayı öğreten bana iyi bir hayat verebilmek için kendinden vazgeçip toplum tarafından taşlanmayı göze alan kadın vahşice öldürülmüştü.

Ben bir başıma kalmıştım.

Ağlamaya başladım. Kriz geçirerek değil, bilinçli bir şekilde ağladım dakikalarca. O bakamamışken başının çaresine ben nasıl bakacaktım? Bana ne olacaktı? "Ölmemeliydin Dirhem! Beni öylece bırakıp ölmemeliydin!"

HUVARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin