Şiddetli soğuk vurdu bu kışın ortasına. Soğuk gitgide çekilmez; her şey daha da boğuk, depresif bir hal aldı. Ocak ayının bir yandan yeni yıl sevinci, bir yandan dondurucu soğuğu insanı allak bullak ediyordu doğrusu. Bir elimde kitap ben de oturdum koltuğun ucuna. Satırların içinde Taehyung geçmese de ben onu okuyorum. Yorgun argın gözlerim kapandı kapanacak. Birkaç günün ardından Taehyung'dan ses soluk çıkmamıştı. Ama çıkacaktı elbet, tam da bugün. Tam bu saatlerde.
"Açar mısın Jeongguk!" Şiddetli, ağlamalı bir ses tonu dışarıda. Aniden ayağa kalkıyorum içimdeki heyecanla ben de. Kapıyı aralıyorum. "Ne oldu?" Yüzü kırmızı bir hal almış, gözleri yaşlarla dolu. Bir eli yumruk halinde, diğer bir eli gözyaşlarını siliyor. Saçları birbirine girmiş, üzerime yıkıldı yıkılacak sanki. Yine alkollü, yine abartılı tepkileri ondan diye düşünmeden edemiyorum tabii." Bu adam benden ne istiyor? Sergi... Yeni sergiyi gördün mü?" Elbette gördüm. Fakat dudaklarımı büzdüm şaşkınca. "Benim evim, benim odam, hatta... Benim vücudum." Kimse olmamasına rağmen etrafımızda, bana fısıldama gereği duydu. Belli ki korkuyordu, titrek bacakları bir süre sonra kendini bıraktı. Tek bir çırpıda kollarımla sardım onu. "Götürüyorum seni. Beraber gidelim, öğrenelim şu çocuktan her şeyi Taehyung. Olur mu?" Dedim ona. Yalancı endişemi daha da vurgulamak için her bir cümlemi bastırdım da bastırdım. Sinirden dişlerimi bile sıktım görsün diye. Bu sefer uykulu gözlerle yüzüme baktı. Onu kanepeye yatırırken kolları beni sıkıca tutuyordu. Pek de hafif değildi, yapılı bir hali vardı. Ama vücudundaki narinliği bozacak kadar değildi. "Donuyor olmalısın Taehyung." Öyleydi de, parmaklarını buz tutmuştu sanki. Bir battaniye de örttüm üstüne. Karşısına oturdum sonra, uzun süre izledim onu. Onu bu kadar korkutan neydi oysa, göreceği daha çok şey varken bu denli korkak olması da neydi? Güçlü kalmalı, güçlü kalmalı ki onu daha iyi yıkabilmeli. Onun kendini en baştan tanıyabilmesini sağlamalı. Çünkü insanın kendini bilmemesi ne büyük yazıktır değil mi? İnsan kendini bilmezse, yalanların dizildiği bir çiçek bahçesiyle donatılsa kaybolurdu değil mi? Aynı şekilde kendini de kaybederdi. Oysa kayıp insan yaşasa ne olur? Yaşamasa ne olurdu? Endişelenme Taehyung, ben sana yaşama hakkı tanıyacağım. Yaşamayı şimdi öğreneceksin.
*
"Sen bütün gece burada mıydın?" Elbette buradaydım, çehrenin derinine inmek saatlerimi aldı. Kalemlerimi bitirdim, ellerim siyaha boyandı. "Hayır canım yok artık, yeni uyandım. Seni bir kontrol edeyim dedim." Uzun parmakları şişkin gözlerine gitti, gözlerini karıştırdı bir süre. Esnedi, böylesine kaba bir esneyişte bile üzerinde bir beyefendi narinliği vardı. "Pek uyuyamadın sanırım. Gözlerin çok halsiz bakıyor. Özür dilerim geceni mahv-" "Hayır, hayır. Benim için bir zevk size yardımcı olmak. Açıkçası beni de fazla etkilediniz bu gizemli hikayenizle." Böyle sözünü kestim anında, gülmesine sebebiyet verdim bir yandan. "Gidiyoruz o halde değil mi?" Şaşkın bir vaziyette yüzüme baktı, dün o kadar sarhoştu ki dediklerimin tek bir kelimesini bile hatırlamıyordu demek ki. "Hani şu kardeş var ya, dediğim. Ona götüreyim seni artık. Böyle kafayı yiyeceksin. Hem kendine zarar da vermeye başladın baksana." Dün gece sinirden tırnakladığı kollarını, ellerini gösterdim ona gözlerimle. O da inceledi kollarını, bir yandan dudakları aralanmış; hala şaşkındı. "Haklısın sanırım. Önce aileme uğrayıp eşyalarımı alalım olur mu?" Aile... neydi ki aile? Bilmezdim. Ellerimi bağladım birbirine. Gülümsedim ona kafamda oluşan binlerce darmadağın düşüncelerin arasında. "Tamamdır öyleyse. Gidelim de vedalaş ailenle." Aile ismi bile canımı öyle yakıyordu, öyle yakıyordu ki; gözlerimden düşen bir gram gözyaşı bütün dünyayı kasıp kavuracak kadar şiddetli bir mana taşıyordu içinde. Yüzümün düşmesine engel olamadım, derin düşüncelere daldım uzunca. Önce arabaya bindim, hiçbir şeyim yok, sonra o arabaya bindi ,o her şeye sahip, sürdüm arabayı nereye söylerse ,sen her şeyin en kötüsünü hakkediyorsun Kim Taehyung, dedi içimdeki vahşi şeytan. Fakat ne yazık ki ben şeytana çoktan ruhumu satmıştım. "Sen burada bekle, geliyorum." Çıktı, gitti. Boğazıma dizilen düğümleri teker teker döktüm ben de. Bir avuç gözyaşı döktüm oracıkta. Yine de yüreğimin yanışını ferahlatmadı.
Sıcacık bir ev, bebek mavisi duvarları bile içimi ısıttı doğrusu. İçinde yaşanılan onca güzel şeyi düşünmeden edemedim. Taehyung'un okuldaki ilk gün heyecanı... İlk sevgilisi... Dopdolu bir yaşamın kanlı canlı ruhuydu bu ev. Öyle görünüyordu. Şimdi dışarıda annesinin, babasının yanaklarına bir buse konduruyor. Yakın zamanda diyor, yakın zamanda görüşeceğiz diyor. Yüzünde özlem bakışları devamlılığını sürdürüyor. Bana doğru yaklaşırken gözleri birazcık dolmuş. Aile özleminin ne demek olduğunu bilmiyor. Arabayı sertçe açıyor. Birkaç büyük çantayı arkaya atıyor. Bana dönüyor. "Hadi gidelim." Gülüyorum ona, "Hadi gidelim." Yolculuk işte şimdi başlıyor. Her şeyin güzelleşeceği günler şimdi başlıyor. "Diyelim Deagu'ya gittik. Kardeşi nerede yaşıyor biliyorsun değil mi?" Bakışlarımı yoldan ayırmadan "Kardeşiyle konuşmadım. Ama nerede yaşadığını biliyorum." Bu sefer kafasını bana çevirdi, ses tonunu yükseltti. "İyi de ben adamla tanıştım. Çok ketum biri dememiş miydin bana?" Biraz tökezledim cümleleri kurma konusunda. Fakat hemen toparladım. "Yok yanlış anlamış olabilirsin. Telefonda kardeşi yerine konuşan bir adam vardı. Ben de düşündüm ki adam konuşmak istemiyor sanırım." Cevabım ona makul gelmişti ki, hareketlendiği koltuğa geri uzandı. Ama beni sorulara boğmaya yeminliydi. "Peki senin hiç işin yok mu? Benimle böyle şehir değiştiriyorsun?" Kafamı hayır anlamında salladım. "Benim işlerim genelde Daegu'dadır. Burada da birkaç sergi var ilgilenmem gereken." Heyecanlandı, "O adamın da var mı?" Kafamı evet anlamında salladım bu sefer. "Var, gitmem gereken sergi ilk onun. Satışı çok fazla oluyor. Sana o kadar hayran kalıyorlar ki." "Nerem hayran kalınacak benim." Komik bir şeydi söylediği, belki ciddiydi; belki de ilgi istiyordu. Ama yine de doğruları söylemekten çekinmemek gerekirdi. "Kiraz gibi dudakların, arasında parlayan inci dişler; ceylan tabirini silip süpüren muazzam gözler, kemikli bir burun..." Utanmış olmalı ki kafasını yandaki cama çevirdi. Fakat ben allanan yanaklarını görebiliyordum. "Kaç saat yolumuz var?" En sonunda öfkeyle soludum. "Artık soru sormayı bıraksan da arabayı sürsem." Böyle bir atak beklemiyordu benden. Oturduğu yerde büzüştü. Daha da tek bir kelime etmedi.
Saatler geçerken gözlerim halsizleşti, uykusuz geçirdiğim bu gece uzun yola çokça etki etmişti. Bir kenara çekip uyumak, rahatlamak istemiştim fakat ne kadar erken gidersem o kadar iyiydi. Taehyung'u serginin açılışında görmek, mimiklerini okumak; atacağı çığlıkları duymak istiyorum. İçimdeki istek her saniye daha da taşarken vücudumdan, gözlerimden akan uyku da her saniye kayboluyordu. Birkaç saatlik yol geriye kalan şimdi.Taehyung için boğucu bir sessizlik hakim. Çok konuşkandır, biliyorum. Onu en iyi ben tanıyorum. İçi içini yiyor, bana sinirli çünkü kalbini kırdım. Fakat geçici bir öfke, geçici bir kırgınlık üzerindeki. Bilirim, gözlerinin içindeki her bir duyguyu bilirim. Senelerce içimde yaşattım seni Kim Taehyung. Emin ol ki bu sessizliği çok özleyeceksin.
*
"İşte, geldik."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the portrait of taehyung kim
Fanfictionişte şimdi her şeyi hatırlıyorsun, yüzündeki mutluluk kayboluyor. Çünkü fark ediyorsun Kim Taehyung. Kötülerin en kötüsü olduğunu.