Alnıma dökülen birkaç damla ter, yoksa kan mı? Dudaklarım kupkuru, yapışmış birbirine. Dilsizim, ne nefes alabiliyorum, ne konuşabiliyorum. Önce narin birkaç melodi kulaklarıma doluyor, sonrasında keskin bir çığlıkla kıvranıyorum. Cehennemi görüyorum, fakat bu denli acı çeken şeytan mıyım Acınası bir günahkar mı bilmiyorum. İkisi de aynı şey değil miydi zaten? Bir huzur doluyorum, bir de huzursuzlukla dolup taşıyorum. Birden göğe yükseliyorum, birkaç saniye sonra bıçaklanıyorum. O beni bıçaklıyor, gözlerimin içine bakıyor. O, Kim Taehyung.
Terler içinde bedenim, derin bir nefes alıyorum. Nefessiz kalmışım sanki bunca zaman. Varlığımı sorguluyorum. Doğru ya, ikimizi de yalnız bir geceye terk etmiştim. Şimdi uykusuz bir haldeyim, bütün yorgunluk bedenimi hapsetmiş. Dondurucu bir soğuk çıplak ayaklarıma kadar gelince gözlerimi tamamen açtım. Tahminim birkaç saat uyumuştum. Tir tir titrerken bu dondurucu soğuğun nereden geldiğini düşünmek biraz geç oldu bu uykulu halimle. Fakat içimdeki korku uykulu halimi de es geçmişti. Şimdiden gördüğüm rüya veya sanrı beni paranoya etmişti. Soğuktan mı, yoksa yakalanmanın verdiği bu zehirli telaş mı beni titretiyordu anlam veremedim. Ayağa kalktım. Tipi durmuştu, şimdi her yer beyaz bir örtüye serilmiş. Fırtına durulmuş, sakinleşmiş hava. Onca canlının ölümüne sebep olan bu kar fırtınası şimdi suçsuz bir vaziyette; büyüleyici bir görüntü bu oysa. Daha dokunulmamış kusursuz, düz beyaz bir örtü. Sabah olacak, arabalar üzerinden geçecek. Toprakla karışacak, kirlenecek. Yorgun argın eriyecek. Ölü doğa tekrar doğacak, bu sessiz geceden eser kalmayacak. Ben de olmayacağım bu neşeli ilkbaharda zaten. Kışın sessiz sakinliğiyle bitireceğim her ne olacaksa. Sessiz, sakın her yer. Şömine sönmüş. Kapı aralık, neden soğuk geldi ayaklarıma, şimdi anlıyorum. Uyuyamamış belli diyorum içimden. Aralanmış kapıyı tam açıyorum. Kapının önünde bir sigara yakmış, gözleri kan çanağı; gözyaşlarıyla dolmuş. Bu çirkin sigara bile zarif parmaklarının arasında nasıl böylesine güzel durabilir diyorum içimden. Sorguluyorum, acaba ben de onun yanında; bana dokunduğunda güzel oluyor muyum diyorum. Bilmem, belki de ondan nefret ettiğim için onun meleksi görünüşünün yanında şeytan kalıyordum. "Merak ediyorum." Diyor, gözlerini kısmış; karşı malikaneye bakıyor. Onu dikkatlice izliyorum ben de. "Ben buraya önceden geldim, hatırlıyorum. Ailem zaten burada doğduğumu söylemişti. Benim buralı olduğumu söylediler. Çocukluğum burada geçmiş. Altı, yedi yaşlarımda..." Biliyorum, inan senden daha çok biliyorum. Bana bunları söylemeden önce dahi kuracağı cümleler aklıma, düşüncelerime diziliyor. "Başka bir şey hatırlamıyor musun?" Kafasını hayır anlamında sallıyor. "Bana bir şey söylememişler. Sadece bunları biliyorum. Daha da irdelememişim herhalde." Düşüncelerimi açıyor, daha da akıllanmaya başladığının farkına varıyorum. Sigarasından titrek dudakları arasında bir zehir alıyor, veriyor. "Sergiye gelmeden önceki gece... Neredeydin?" Düşünceli bir tavır alıyor yüzüm. Lakin onun bakışları ileriye dönük. Şiirsel bakışları, eminim şu ana kadar birkaç dize yazmıştır diyorum. "Bilmem, hatırlamıyorum. Son birkaç gündür yaşadığımlayım sanki. Her şey bomboş." Hüzünlü bir hal alıyor çehresi. "Ne oldu?" Diyorum ona, fakat sormaya dahi ihtiyacım olmadığını biliyorum. Güvensizlik içine işlemiş, kalbi sızlıyor. Yalnızlık onu çok yoruyor belki diyorum. Onun üzerine düşünmenin beni merhametli yapmasından her ne kadar endişe duysam da birkaç kelime söylemek geliyor içimden. "Ben de şiir yazardım, kafam karışık olduğu zamanlarda çok yazardım hatta." Diyorum, gülümsüyor. Çabalayışıma gülüyor belki, bilmiyorum. "Ya, demek öyle. Şu geceye de yazmaz mıydın bir şiir." Yazardım, en güzel şiiri bu geceye yazardım. Fakat şimdi bunu sana söylemek, içimdeki heyecanı sana hissettirmek istemedim. "Gerçekten kalbin çok güzel." Diyor, elindeki sigarayı verandadan karların üzerine fırlatıyor. Bana yanaşıyor, gözlerimin içine bakıyor. Tıpkı ilk günkü gibi gözlerinin kahvesinde kayboluyorum. Düşüncelerim boşluğa düşüyor. "Neden beni öpmedin, çok mu rahatsız ediyorum seni." Ciddiyet her bir yanını sarıyor, kolları belimi buluyor. Sıkıyor birleştirdiği kollarını. "Neden beni sevmedin, sana güveniyorum ben."Koyu pembe dudaklarını dudaklarıma değdirdiğinde soğuk dudakları irkilmeme sebep oldu. Öylesine yumuşatıyordu ki beni; onu öpmek, ona dokunmak. Kendimi başka bir alemde hissediyordum, sanki bir rüya ile öpüşmek gibi. Sanki hiç bitmeyecek gibi, sanki başka hiçbir mutluluğun orada bulunmayacağını fark etmek gibi. Fakat uzaklaşmak, bir onur meselesi gibi. Ondan uzak durmak, beni ben yapan onurlu bir hareket gibi. Geri çekiliyorum ben de o halde. O ise öfkeyle karışık bir yüz ifadesiyle yüzüme bakıyor. Ona karşı tavrım değiştiğinden, kendini değiştiriyor. Çirkin bir hal alıyor çehresi, benden ölesiye nefret ediyor. Benden çok uzağa ilerliyor. Fakat söyleyecekleri var bana "Hayatımda gördüğüm en korkak insan sensin Jeongguk."
Korkmak mı, ben mi korkuyordum? Korku...Kendimde korkuyu aramam bile. Her ne olduysa bu karmaşık düşüncelere sahip olmamın sebebi karşımda normalden çok daha kısık bakan bu genç adamdı. Evet, oydu. Düşüncelerimin birbirine girmesine sebebiyet vermesine izin vermeden "Neden korkuyorum ben?" Diye sordum ona. Küstah bir gülüş edindi yüzünde. Bir anlığına sanki her şeyi anlamış gibi hissettim. Şüpheler ardı arkası kesilmeden düşüncelerimin arasında yer alıyor şimdi. Rüyayı hatırladım, unutmak mümkün değildi doğrusu. Her cümlesinde, her bakışında aklıma rüyayı getirdim. "Oraya girmemek için beni ne de oyaladın. Benim cesaretim var, fakat senin gözlerinin içine bakınca bile korkudan kalbinin deliler gibi attığını hissedebiliyorum." İşte şimdi korkuyu, endişeyi; her ne ise hissetmeye başladım. Onu şimdi kafamda çözemiyordum, düşündüklerini tahmin edemiyordum. Vücuduma hücum eden bu korkuyla beraber öfkeli bir ses tonuyla ona bağırdım. "Ne demek istiyorsun Taehyung? Gecenin geç saatinde gidelim de oradaki adamı uyandıralım mı?" Hiç endişe duymadı, küstahlığı dudaklarını da hapsetmişti. Bütün çehresi öylesine küstah bakıyordu ki...Öyle korkusuzdu ki tüylerimi diken diken etti. "Jeongguk, sen de biliyorsun. Orada kimse yaşamıyor." Gülümsedi bana, uzun ince parmakları pantolonumun arka cebine ilişti. "Evin anahtarı bile senin cebinde. Ne duruyorsun öyleyse, gidelim."
Verandadan indi, botları bata çıka ilerliyordu. Şimdi benden biraz uzaklaşıyor, kendini ölüme götürüyor. O halde onu öldüreceğimi de biliyor. Belki de beni o öldürecek diyorum içimden. Adını daha önce duymadığım korku beni yutuyor. Kocaman bir boşluğun içinde boğuluyorum. Elinde anahtar, koşa koşa gidiyor. Peşinden koşuyorum. Yetişmek o denli zor bir şey olmuyor. Şimdi karşımızda küçük kulübe. Biz ise büyük malikanenin önündeyiz. "Aç kapıyı Jeongguk." Sert bir emir kulaklarımda. Nasıl oldu da bu denli sert olabildi diyorum içimden. Fakat biliyorum ki o beni duyuyor. Açıyorum kapıyı, koca malikane... Duvarları asılı Taehyung'un narin posterleriyle. Hepsi teker teker aydınlatılmış. Kötüleşecek diyorum, yine bir şeyler hatırlayacak; panik atak geçirecek diyorum. İşte o zaman onu güçsüz yakalayacağım. "İşte, şimdi bu evdeyim." Gülümsüyor, fakat ben iyi değilim. Nefes alamıyorum, kalbim duruyor. Dizlerimin üzerine çöküyorum. "Beni tam burada öldürecektin değil mi Jeongguk. Ben mi ölmeyi hakkediyorum, sen mi?" Sen hakkediyordun elbet, şeytanisin. "Şeytani miyim yoksa?" Düşüncelerimi okumuştu sanki, gözlerimdeki çaresizlikten daha rahat nefes alıyordu sanki. Ben onun her bir düşüncesini bilirken birden her şey tersine dönüyor, beni bir kitap gibi okuyor. Bu hikayeyi benim hikayem haline getiriyor. Gözlerindeki öfkeyi okuyorum, fakat elimden bir şey gelmiyor. Konuşan bir tek o oluyor. "Sen beni öpmekten bile iğrendin, beni kandırdın. Beni yok edebileceğini mi sandın? Bir cebinde anahtar, bir cebinde de bizi havaya uçuracak bir alev. Ama bütün planını bozdum ben şimdi." Bir karabasan tarafından susturulmuşum, kalakalmışım. Nefes dahi almakta zorlanıyorum. Güçsüzlüğümden istifade cebimdeki çakmağı çıkarıyor. Nasıl oldu da bu hale düşebildim ben oysa. Elbet unuttuğum bir şey vardı. "Buraya beni getirmedin Jeongguk. Kendini getirdin. Bu evle de yüzleşmesi gereken sensin. Bu evdeki yangını sen başlattın Jeongguk. Annenin ölümüne sen sebep oldun. Suçu ne hakla benim üzerime atarsın!" Yüzleşemedim, yüzleşemezdim. Henüz değildi, içimden kabul etmek istemedim. Onu kaybetmek istemedim.Öfkelendi, her öfkelenişinde yüzü çirkin bir hal alıyordu. Bir şeytanın yüzü ne kadar çirkin olabilirse Kim Taehyung'un yüzü o kadar çirkindi. Ürkünçtü, eğer dudaklarımı hareket ettirebilseydim çığlık dahi atabilirdim. "Şimdi burayı yakacağım, ikimiz de korkumuzu yeneceğiz. Sen beni yok edeceksin, ben de seni." Gözlerinin içinde parlayan alevi gördüm, o alevi yere fırlatışını gördüm. Bütün evin alev alışını gördüm. Unuttuğum bir şeyi hatırladım, Taehyung'u öldürmem için kendimi de öldürmem gerekirdi. Kim Taehyung benim içimde yaşayan küçük şeytanın tam kendisiydi. Alevler içerisinde her bir yanım, yanan her bir tablo...Biricik annemin çığlıkları, biricik annemin ninnileri... Gözlerim kararıyor, bu malikanede yanan tek kişi Jeon Jeongguk oluyor.
İyi veya kötü. Eksik veya değil
Sadece bana ait.
Sevgilerimle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the portrait of taehyung kim
Fanfictionişte şimdi her şeyi hatırlıyorsun, yüzündeki mutluluk kayboluyor. Çünkü fark ediyorsun Kim Taehyung. Kötülerin en kötüsü olduğunu.