3

54 40 3
                                    

Kar fırtınası içimdeki yetim çocuk gibi kavgalı, yoğun... Arabayı zar zor sürüyorum. Yanımdaki narin adam ise gözlerini kapatmış, belli ki derin bir uykuya dalmış. Tam içeriye giremesem de gideceğimiz yere kalmış yarım saat. Fakat ellerim şimdiden hareketsiz kalmış, neredeyse soğuktan öleceğim. En sonunda küçük bir motelin kenarına çekiyorum arabayı. Genç adamı da uyandırıyorum, irkiliyor. "Geldik mi?" diyor merakla, uykulu gözleri gözlerimi buluyor. "Geldik ama benim evime değil. Bu fırtınada bulamam evi, şu motele girelim." Kafasını sallayıp çıkıyor arabadan. Fırtına ikimizi de oradan oraya savururken zar zor çekiyoruz motelin kapısını. "Merhaba iki oda verebilmeniz mümkün mü?" Soğuktan buz kesilmiş vücudum anında çözünüyor bu ufak tefek motelin holünde. Fakat sorduğum soruya olumsuz cevap almak korkutuyor beni. Taehyung'un da titrediğini fark ediyorum, ona kısa bir bakış attıktan sonra kafamı tekrar görevliye çeviriyorum. "Çok geç kalmışsınız siz. Bu fırtınada her yer dopdolu oluyor. İki gündür kar fırtınasının bitmesini bekliyorlar. Hiç oda yok." Fakat bu soğukta kalacak başka yerimiz yoktu, içimdeki umut ışığı anında kayboldu. Bu sıcak yerde ne kadar fazla durursam o kadar yararımaydı. "Al şu parayı." Dedi Kim. Adamın önüne koca bir desteyi seriverdi. Gözlerindeki öfke bütün odanın sıcaklığını iki katına katlamıştı. Topuklu botlarını bir kez sertçe yere vurdu bu sefer yaşlı adam hiçbir şey söylemeyip donakaldığında. "Nerede kalıyorsan bizi de oraya bir yere taşı. Bir geceliğine kalacağız zaten." Adam bu sert tonun başına kötü şeyler getireceği düşüncesini kendince benimsedi ve Kim'e yaklaştı."Bodrum kat var, fakat orası pek burası gibi ısınmaz." Bu sefer ben konuşmak için atıldım. "Holde kalsak olmaz mıydı?" Adam ayaklandı oturduğu yerden. "Holde ben kalıyorum, size yer olmaz. Tek bir koltuk var zaten. Bodrum katına götüreyim sizi." Birkaç çekmece kurcaladı, en sonunda çirkin, paslanmış bir anahtar aldı eline. Bize baktı, sonra adımlarını aşağı kata yönlendirdi. Karanlık küflü bir koridorun sonuna sürükledi bizi. Dokunsan parçalanacak gibi olan kapıyı anahtarla birkaç sefer deneyerek anca açtı. Yoğun rutubet kokusu daha kapının önündeyken bile beni boğmaya yetmişti. Nemli, pis... Umarım yeni bir hastalık kapmam diye geçirdim içimden. Taehyung'un da pek memnun olduğu söylenmezdi, fakat çok yorgun olduğunu geldiğimizden beri dile getiriyordu sessiz sayılacak iniltileriyle. Hemen kendini yatağa attı. Gözlerini kapattı sakince, ben ise yaşlı adamdan anahtarı alıp kapıyı kapatan kişi oldum.

"Ah." Dedi birden gayet sesli bir tonda. "Şu lanet ışık kapanmıyor mu? Gözümü aldı." Gözlerimi devirdim, etrafa bakındığımda lambayı kapatacak bir anahtar bulamadım. Belli ki bu lambayı yakan anahtar bu odanın dışındaydı, bense daha fazla bu kapıyı açıp kapatmak istemiyordum. Neredeyse üzerime dökülecek olan bu kapıdan ne kadar uzak kalsam o kadar iyiydi. "İçeride büyük ihtimalle, istiyorsan git kapat ışığı. Ama kapıyı da senin kapatman gerekir." Dedim ona dönerek. Bacaklarını yatağa germiş; deri siyah ceketinin kısalığından dolayı esmer beli öylece açıkta kalmış. Ben de süzüverdim her bir yanını, kafamda her türlü klasik müzik öttü durdu. Yatakta gerinişi bile şairane bir hareketti. Soluk verdi bıkkınca. "Senin yapacağın yok." Dedim ben de. Üzerimdeki kabanı çıkarıp odada bulunan tek sandalyeye astım. Onun yattığı yatağa çıktım ayakkabılarımla, uzandım ufak lambaya; ampulu yerinden çıkarmak için. Sıcak elimi yaksa da hızlıca çevirip çıkardım. Fakat bir soğukluk hissettim tam bel çukurumda. "Tanrım! Bu devasa yanık... Bu yara da ne?" Öfkeden kızaran yüzümü ondan öteye çevirip ampulu istemsizce yere fırlattım. İki ince bileğini de kavradım. İçimdeki kavga, içimdeki bu kini daha fazla tutamıyordum. Daha fazla yorgun, sakin savaşçıyı oynamak istemiyordum." Bana... Bir daha... Sakın... Ama sakın dokunma." Teker teker, her kelimenin hakkını vererek konuştum onunla. Fakat güldü o bana. Ne haddineydi Bay Kim? Bana nasıl gülebilirdi? Elbette büyüleyici bir gülüşü vardı; elbette her erkeği, her kadını etkisi altına alıyordu. Fakat bana işlemezdi. Yüreğim kurşun geçirmez bir yelek giymiş. Ne bana narin bakışların, ne de bu gülüşlerin etki ederdi Kim Taehyung. "Sen... İçine kapanıksın. Anlatmıyorsun hiçbir şey. Gizem... Asıl gizem sen de var. Söylesene bana." Alnını yasladı alnıma, bu yakınlaşmadan rahatsız olunca geri çekildim. "Pek de korkaksın doğrusu, şimdi senin gibi bir adama bu kadar yüz gösterseydim inan ki..." Sustu, devamını bildiğimi biliyordu. Cazibeliydi, evet öyleydi. Ama ben cazibesine kapılmak için gelmemiştim buraya.

"Yara çocukluktan kalma bir yara. Önemsiz, hatırlamıyorum bile." Yatakta dikleşti. Sırtını dayadı rahatsız yatağın başlığına. "Yangın falan mı?" "Evet, bütün evi yakan bir yangın. Bütün evi... Yakıp yıkan." Acır gibi bir hali vardı, alt dudağını ısırdı. Ne diyeceğini bilemedi. Ben ise ona kafamı çevirdim. Daha fazla bu aptal duyarlı tavırlarını görmek istemiyordum. "Her şey geride kaldı ama şimdi." Ya, doğru ya. Her şey geride kaldı Kim Taehyung. Ölenler öldü, mezarlarındaki çiçekler soldu. Bedenleri toprağa karıştı, ve tekrar hayatını kaybeden birinin mezarına konulacak bir demet çiçeğe can olacak toprak oldular. Ölen ölür, kalan kalır oysa. Tek bir yara bırakmaz değil mi? Gördüğün yara izlerinden çok daha derin yaralarım var benim oysa, fakat öğrenmen için çok erken. "Evet, öyle her şey geçti gitti." Dedim gülümseyerek. "Benimle uyur musun?" Gözleri parlıyordu soruyu sorarken, tabii başka yatacak yer de yoktu ama bunu teklif etmesi içimde bir gariplik doğurdu. "Uyurum." Kendini bu sefer birazcık toparladı, düz yattı. Ben ise yan kıvrıldım. Kafamı omzuna yatırdım. Esmer teninin bu cazibeli kokusu her şekilde anlatılamaz bir büyüydü. İçime her çekişimde, bambaşka bir zevkin sahibi oluyorum şimdi. Önce yumuşak saçlarından yayılan taze çiçek kokusunu duyuyorum, yumuşak huylu, narin olduğu ne kadar da belli diyorum içimden; sonra hafif bir erkek parfümü kokusu doluyor burnuma. Şehvetli ve bu denli cazibeli oluşuna sebep olandır bu da diyorum bu sefer. Eşsiz diyorum, eşsiz bir varlık.

*
"Hmmm... Hmmm...
Örümcek ağlarını beline sarar,
gguk kabusundan aglar,
aman aman, annesi burada
bırakmaz, sarılır kollarıyla
örümcekler şimdi öldü,
gguk şimdi güvende, yok hiçbir kötü"

Simsiyah kömür gibi uzun saçların, yüzüme çarpıyor bu narin meltemin etkisiyle. Sakinleşiyorum ben de, gözlerim kapanıyor. Kalp atışım yavaşlıyor. Artık daha güzel her şey, artık her şey daha berrak. Kimse yetim değil, kimsenin kalbi yaralı değil; ama yangın... Alevler yükseliyor...Kalbim..."Jungkook!" yaşlanmış yanaklarım, kurumuş dudaklarım. "Titriyorsun. İyi misin?" Diyor genç adam bana dönmüş. Yüzündeki endişe gitgide artıyor. "İyiyim. Kötü rüya sadece." Parmakları, elleri çehremde gezinip duruyor. İlgili, sahte tavırlarından uzaklaşıyorum. Yataktan da aniden kalkıyorum. "Gün aymış çoktan. Birkaç saat sonra da sergi var. Gidelim, zaten serginin yakınlarında kalacağımız ev." Kafasını sallıyor. Montunun önünü kapatıyor yavaşça. Ben de kalkıp sandalyeye astığım uzun paltoyu alıp giyiyorum. "Sergiye gelmek istediğinden emin misin?" Gelmek isteyeceksin tabii, merakından yerinde dahi duramıyorsun ya. "Geleceğim, niye öyle dedin?" Çürümüş kapıyı aralayıp çıkıyorum, arkamdan geliyor. "Geçen gece evimde bittin. Çıldıracak gibiydin." Sustu, ne diyeceğini bilemedi belki de. Motelden çıktım etrafıma dahi bakmadan. Kar fırtınası dinmişti, hafif hafif dökülüyordu beyaz taneleri. Arabaya ilerledim, fakat çıkmak epey zor olacaktı. Araba neredeyse görünmeyecek gibiydi." Yürüsek? Yakın demiştin." Sabırsızca bacaklarını oradan oraya vurarak yürürken, ben arabayı inceliyordum. "Çıkarırım ben arabayı." Kararlı ses tonun sonunda arabayı da kısa mı uzun mu anlayamadığım bir sürede yola çıkardım. O da izledi durdu, sesini dahi çıkarmadı. Sonra arabaya bindi. "Sergiyi sunacaksan senin önceden görmen gerekir değil mi?" Kafamı salladım, bir yandan gözlerim yoldaydı. "Biliyorum zaten, senin için de söyledim ya istemezsin belki diye." Bu sefer sesini yükseltti. "Hayır, istiyorum." Onun heyecanı bana da geçmiş olacak ki nasıl geldiğimi bile anlamadım.

Çektim arabayı kenara, hışımla içeri yürüdüm. "Her şey tamam herhalde." "Tamamdır." Dediler. Şimdi içeri girme sırası onundu. Kapı açıldığı an içinde büyüyen soru işaretlerini görmek , kafasının allak bullak olduğunu hissetmek istiyorum. Topuklarını duyabiliyorum, evet... Evet tam şimdi... İçeri girecek.. Girdi bile. Birkaç adım attı. Hazırlıksız yakalandı. Beklemiyordu, resimlerin her birini incelemekten beni fark etmedi bile. Her birini kafasında yoklamaya çalıştı elbet. Fakat başaramadı. Hep başarısız oldu, her bakışı bir hiçti şimdi. Birkaç kelime edecekti fakat boğazına dizildi cümleler. Ne söylerdi... Ne söylerdi... "Benimle nasıl bir oyun oynuyorlar?!" Diye bağırırdı elbet, bütün sergiyi inletirdi. Ben ise gülümserdim. Ve işte eğer içimdeki bütün art niyeti dökmek isteseydim gözlerinin içine bakar ve ona şöyle derdim, Sergime hoş geldin Kim Taehyung.

the portrait of taehyung kimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin