Genç bir kadının gözlerinin içine baksanız anlardınız portredeki bu acı çığlıkların nasıl bu denli acıttığını. Taehyung da tıpkı öyle yapmıştı, portrede kendinin olacağını düşünürken her bir portreye derince bakma gereği duydu. Yoğun buhran kalbine kadar indi, böylece bütün sergiyi tek bir bağırışla ayağa kaldırdı. Bir krizin eşiğindeydi, ayaklarıma kapandı. Gözyaşları dökülüverdi, etraftakiler ona bir şey söylemeye çabalasa da kimseyi duymuyordu. Uzun parmakları bacaklarımı buldu, dizlerinin üzerine çökmüş bu genç adam tek dayanağının ben olduğunu düşünüp dizlerime dayanak muamelesi ediyordu. İçime düşen ateşin sönmesi an meselesi oldu işte şimdi. Çıldırması iyi bir şeydi sonuçta değil mi? Ona gerçekleri yavaş yavaş göstermek iyiydi. Dümdüz duruverdim, herkesin bakışları üzerimizdeydi. Öyle acı ağlıyordu ki çoğu insan ona acıyarak bakıyordu, bazıları ise korkudan ne yapacağını bilemeyip ondan birkaç adım daha uzaklaşmışlardı. "Kalk Taehyung." Hıçkırıklarını sürdürürken ona ne diyeceğimi dilemedim, desem de dinlemezdi beni. İçinde çözemediği krizlerin her birini anlayabiliyordum ben oysa. Sen sadece unutmuş ve unutulmuş bir hiçsin Kim Taehyung. Bir hikayen bile yok.
*
"O kadın...Tanrım. Bana ne kadar da benziyordu. Bana o kadar yakın, ama bir o kadar da uzak. Benim kadın halimdi, ama onu tanıyordum." Kavramasına o kadar az kalmıştı ki. Şimdi onu götürdüğüm evimde ağlamaktan kızarmış gözlerini sımsıkı kapatmış uzanıyordu. Ben de baş ucunda bekliyordum elbet. Ve her dediğine bir cevher değeri verip söylediklerini dinliyordum dikkatlice. "Belki eskiden gördüğün biridir. Olamaz mı?" Kafasıyla sorduğum bu soruya olumsuz bir cevap verdi. "Hayır, her kimse; benden ne istiyorsa bana zarar vermek istiyor. Görmedin mi halimi! Resmen delirdim, kalbim manyak gibi atıyordu; ölüyorum zannettim. Sanki... Sanki..." Devam ettiremediği cümlesinin sonunu ben getirdim. "Panik atak gibi." "Her ne hissettiriyorsa bu portreler sadece bana hissettirdi. Ve.. Bu kadın... Upuzun siyah saçları, özellikle dudaklarının arasından yansıyan tavşan dişleri... İri gözleri! Kocaman iri gözleri vardı. Evet profil olarak benim ama, sanki benim yüzüme bana ait olmayan özellikler eklenmiş; gözlerindeki hüzün... Tanrım, yine..." Kalbini tuttu titrek elleriyle. Eline uzandım ben de, iki elimin arasına aldım. "Her şey iyi olacak, yarın o adamın evine gidiyoruz." Bana çıkıştı, sesini yükseltti. "Hayır! Bugün gideceğiz. Bunu çözmeden bu gece uyumak istemiyorum." Uzandığı kanepede dikleşti. "Anlıyorum seni ama..." "Aması yok, lütfen." Gözlerinden birkaç gözyaşı dökülüverdi çehresine. Ben de çenesini kaldırdım parmaklarımla. Ona bu küçük köy evinin düşük penceresini gösterdim. "Bak dışarıya, bak bak. Tam karşıdaki evi görüyor musun? Kocaman. O ev işte bizim gideceğimiz ev." Şaşkın bir vaziyette kaldı, bana baktı sonra. Konuşmayı sürdürdüm ben de. "Yarın gidelim, ev nasıl olsa yakınında. Değil mi? Şimdi ben güzel bir akşam yemeği hazırlayayım. Rahatça uzan sen de. Olmaz mı?" Durgun halini hala bir kenara atmamış bir şekilde kafasını salladı. Gözleri dalgın, dudakları hala büzülmüş duruyordu. Onu bir köşede bırakıp gittim ben de mutfağa. Kendime bir yandan da sabır diliyordum, son saatlerim... Sadece sabırlı olman gerek Jungkook.
Elim ayağıma dolaşmış fakat endişemi belli etmiyorum, aklımda binbir düşünce dolaşıyor duruyor. Bu gece o eve gidip o adamla konuşmaya çalışacaktı, sabırsızdı. Ona içeride hazırladığım yemeği bile sürekli kontrol ediyordu. Yerinde duramıyordu, salonu birkaç kez turlamıştı. Elbette bu akıl karışıklığını anlayabiliyordum. Hava da gitgide kararırken ona sunabileceğim en dolu ve renkli masayı sunmak için çabaladım. Etler tam ayarındaydı, tıpkı planlarım gibi, rengarenk sebzeler süsledi masayı. Açtım da bir şarap, ilerledim ona doğru. Parmaklarım geniş omzuna gitti. Onu kendim yönelterek sandalyesine oturttum, ittirdim masaya. Şaraptan doldururken kadehine "Hadi güzel bir akşam yemeği yiyelim Taehyung, değil mi ama?" Güldüm, sahte bir gülüş ne kadar rahatsız ederse onu da o kadar rahatsız etmişti bu durum. Kaskatı kesilmiş, bir tahta gibi otururken ben de karşısına oturuverdim. "Anlıyorum, anlıyorum. Kötü bir gündü senin için. Ama bırak telafi edeyim sana..." Tam ağzını açacaktı ki sesimi bastırdım. "Lütfen." İrkildi bu sefer. Dalgın bakışları gözlerimi buldu. "Sırf senin için o halde, tabii bu güzel masa için." Gülümsedi, birkaç lokma attı ağzına. Ben de sessizce akşam yemeğine dalıverdim. Neyse ki sessizlik uzun sürmedi. "Şiir yazardım eskiden, bazen içimde bir boşluk olduğunu hissediyorum. Şiir yardımcı olurdu. Şimdi elimde böyle bir kaçış bile yok." Dolu gözleriyle anlatırken onun için üzgün hissediyordum, ki bu hissetmemem gereken bir duyguydu. "Peki şimdi, şimdi içindeki bu bulanıklık için yazabileceğin bir şiir var mı?" Dedim ona. O da düşündü durdu, sonra kafasını salladı olumsuz anlamda. Aldı eline bir şişe şarabı, masadan kalkıp koltuğa uzandı. "Birkaç senedir tanıyamıyorum kendimi gerçi, bazen elim ayağım boşalıyor; haykırarak ağlamak istiyorum. Bir adamı seviyorum fakat beni sevmiyor. Unutuyorum her şeyi, ölmek istiyorum. Öldürmek istiyorum kendimi. Oysa ne aptalca değil mi? Biri uğruna kendini kaybetmek. Ben böyleyim işte. Kendimin değerini başkalarından ölçüyorum." Kendi kendine büzüştüğü koltuğa uzandım ben de. Aslında tam olarak tanıyamadığım bu adamın bu denli aşağı oluşuna şahitlik ediyordum. "Kendimi öldürmeyi denedim. Fakat olmadı, olduramadım." Bu sefer yüreğime inecekti işte, ben onu öldürmeden o kendini öldürseydi ne de korkunç olurdu oysa. Yattığım yerden kalbim göğüs kafesimden çıkacak gibi atıyordu. Eğer kendini öldürseydi... Hiçbir şeyden habersiz, ne de mutlu sonsuz bir uyku olurdu ona. "İyi ki buradasın Taehyung." Göz ucuyla baktım ona, çoktan hıçkırıklara bürünmüştü. Ayaklandım, sardım onu kollarımla. Yumuşak tenini okşadım narince. Hıçkırıklarını içime gömdü. Kafasını kaldırdı. Sevgi boşluğuna düştü, yaşlarla ıslanmış dudağıyla dudağıma narin bir buse kondurdu. İçimdeki öfke ve kin bundan fazlasıyla iğrenirken, bir yandan bu genç adamın yanık dökük kalbinden oluşturduğum merhametten dolayı hoşuma gidiyordu. Heyecanlandırıyordu beni, fakat bu şehvetli bir hikayeden çok uzak diye düşünüp onu öylece itebilirdim. Ama içimi yakan bir his vardı ki bu Taehyung'tu. Sert öpücüklerine beni boğarken çıkardığım iniltiler kulağıma geldiği an kendimden nefret ettim. Geri çekildim düşünceli bir halde. Böyle mükemmel bir planı birkaç kelebekten dolayı yok etmek mi? Hayır, hayır. Bir aptal böyle bir şey yapabilirdi. Ben değil. "Seni anlamıyorum Jeongguk. Bana dokunuyorsun, sana dokunuyorum. Ama sana güvenemiyorum. Bak şimdi de bıraktın beni, beni de bu olay bittiğinde terk edip gideceksin." Tekrar eski halini aldı, bacaklarını kendine çekti. Güvensizlik her bir yanına işlenmişti, hassastı. Benim soğuk tavırlarım onu donduruyor, bundan dolayı hüzün duyuyordu. "Üzgünüm Taehyung. Ben sadece korkuyorum." Korkuyorum, içimdeki kin büyüsün diye ateşi harladığım zamanların haddi hesabı yok Taehyung. Ama kalbime bıraktığın bunca ağrı sızı... şimdi de mutlu olma sırası benim değil mi sence? "Korkulacak ne var? Korkmak yalnızca aptallara özgü bir şeydir." Yanılıyordu, yanılıyordu. Eğer en başında o soğuk akşamda, serginin önünde bağırıp çağırma cesaretini göstermeyip hayatına devam etseydi buraya gelmezdi. Beni tanımazdı, beni sevmezdi. Şimdi ise bana bağlı, gözlerinin içinde sürekli kendimi buluyorum. "Korku hep benimle, engel olamam." Dedim gülümsedim, gülümsedi. "Biz de alışırız. Korkunla yaşamayı öğreniriz." Yalnızım, yalnızsın. Halsizim, belli ki sen de öylesin. Ama benim kaderim seni yaşatmak değil Taehyung. "Belki" diyorum. Gece yarısı oldu olacak. Dışarıda tipi kar, bizde iki eski dostun sessizliği hakim. "İçeride uyuyacağım, bir oda daha var şu köşede. Sen de uyu." Diyorum, kalkıyorum. Odaya ilerliyorum, sessiz kalmayı tercih ediyor o da. Gece şimdi başlıyor fakat ikimiz de uyku denen huzurdan çok daha büyük huzursuzluklar taşıyoruz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the portrait of taehyung kim
Fanfictionişte şimdi her şeyi hatırlıyorsun, yüzündeki mutluluk kayboluyor. Çünkü fark ediyorsun Kim Taehyung. Kötülerin en kötüsü olduğunu.