oku asko

2 0 0
                                    

Yedinci Bölüm
I
Blore onlara hemen katıldı. Onlarla aynı görüşteydi. "Porselen biblolar hakkında
söyledikleriniz işe bambaşka bir yön verdi. Bir delinin işi bu. Yalnız bir şey var. Kendine
Owen adı veren adamın, bütün işlerini zehirle mi halledeceğini sanıyorsunuz?"
"Ne demek istiyorsunuz? Daha açık konuşun."
"Şunu demek istiyorum. Marston'un dün geceki ani ölümü ve Rogers'ın karısını
öldürmesi hep Owen'in planına göre oldu."
Armstrong başını salladı. Siyanür hakkında düşündüklerini tekrarladı, Blore da kabul
etti.
"Evet, bunu unutmuştum. Siyanür normal olarak cepte taşınan bir şey değil. Ama bu
zehir içkiye nasıl karıştı?"
"Deminden beri bende bunu düşünüyorum," dedi Lombard. "Marston dün gece birkaç
kadeh içki içmişti. Yalnız son kadehini doldurduğu zamanla içtiği zaman arasında epey
ara vardı. Bu arada Marston'un kadehi masalardan birinin üzerinde duruyordu. Tam
anlamıyla emin olmamakla birlikte, kadehin pencerenin önündeki masanın üzerinde
durduğunu hatırlıyorum. Pencere açıktı. Dışarıdan biri bardaktaki içkiye siyanür koymuş
olabilir pekâlâ."
Blore, "Yani hiçbirimiz görmeden mi?" diye sordu.
Lombard, "O sırada hepimiz başka başka şeylerle meşguldük," diye yanıt verdi.
Armstrong, "Evet," diyerek onayladı. "O sırada hepimiz odada birbirimizle konuşuyor
ya da kendi işimizle meşgul bulunuyorduk. Bence bu pekâlâ olabilir."
Blore omuzlarını silkti.
"Bir araştırma yapmamız gerek. Kimsenin yanında tabanca yok, değil mi?"
Lombard, "Bende var," diyerek eliyle arka cebini okşadı...
Blore'un gözleri yuvalarından uğrayacak gibi açıldı. Garip bir ses tonuyla sordu.
"Hep tabanca taşır mısınız?"
"Bazen. Çok tehlikeli yerlerde bulundum, biliyorsunuz."
"Herhalde burası kadar tehlikeli bir yerde bulunmamışsınızdır. Eğer bu adada bir deli
gizleniyorsa, yanında küçük bir silah deposu getirmiştir."
Armstrong öksürdü.
"Yanılmış olabilirsiniz, Bay Blore. Manyak canilerin çoğu sessiz sedasız tiplerdir,
insanda böyle şeyler yapamayacakmış izlenimi uyandırırlar."
"Bizim delinin sizin tarif ettiğiniz tiplerden olduğunu hiç sanmıyorum, Doktor
Armstrong."Üç adam adayı araştırmaya başladılar.
Arama işi tahmin ettiklerinden de kolay oluyordu. Adanın kuzey doğu tarafında
kayalar sahile doğru dimdik iniyordu. Adanın öbür bölümlerinde de gizlenebilecek çok az
yer vardı. Üç kişi tepeden deniz kenarına kadar her yanı dikkatle aradılar. Kayalardaki en
ufak çatlak bile gizli bir mağaranın girişi olması ihtimali düşünülerek dikkatle kontrol
edilmişti. Görünürlerde mağaraya benzer hiçbir şey yoktu.
Sonunda General MacArthur'un oturmuş, denizi seyrettiği yere geldiler. Dalgaların
kayalara çarparak tatlı ezgiler çıkardığı, sakin bir yerdi burası. Yaşlı asker dimdik
oturmuş, gözlerini ufka dikmişti.
Blore, "Hali hiç normal değil... Sanki bilinmez bir gücün etkisi altında," diye geçirdi
içinden.
Boğazını temizleyerek yüksek sesle konuşmaya başladı.
"Kendinize ne güzel, ne sakin bir köşe bulmuşsunuz, efendim?"
General homurdandı, sonra omzunun üzerinden bakarak karşılık verdi:
"Çok az vaktimiz var. O kadar az vaktimiz var ki... Kimse tarafından rahatsız edilmek
istemiyorum."
"Sizi rahatsız etmek istemedik. Sadece adayı dolaşıyorduk. Çevrede birinin
gizlenebileceği gibi bir yer görüp görmediğinizi soracaktık..."
General yine homurdanarak yanıt verdi:
"Anlamıyorsunuz... Hiç anlamıyorsunuz. Lütfen, gidin buradan."
Blore geri çekildi. Ötekilerin yanına geldiğinde,
"Delirmiş... Bu adam delirmiş! Söz anlatmak olanaksız!" dedi.
Lombard merakla sordu: "Ne dedi?"
Blore omuzlarını silkti.
"Yalnız kalmak istediğini söylüyor... Homurdanıyor durmadan."
III
Araştırma sona ermişti. Üç adam adanın en yüksek yerinde durmuş, karşılarında
uzanan karayı seyrediyorlardı. Rüzgâr şiddetini her an biraz daha arttırıyordu.
Lombard, "Denizde hiç balıkçı teknesi görünmüyor," dedi. "Galiba fırtına çıkacak.
Köyün buradan görünmemesi ne fena! işaret verebilir ya da yardım istemek için bir şeyler
yapabilirdik."
"Bu gece bir ateş yakabiliriz," dedi Blore.
Lombard homurdandı.
"Lanet olsun! Her şey o kadar kurnazca hazırlanmış ki."
"Ne bakımdan, efendim?"
"Ne bileyim! Belki de köy halkına adada eğlence olduğu ve verilecek işaretlerealdırmamaları söylenmiştir. Delinin işine akıl ermez ki."
Blore kuşkulu bir sesle sordu.
"Böyle bir tembihe uyarlar mı dersiniz?"
"İnsanlar yalanlara gerçeklerden daha kolay inanırlar. Meçhul Owen, köy halkına
konuklarını birer birer temizleyinceye kadar kimsenin adaya gelmemesini tembih etmiş
olsa, buna kimse inanır mı?"
Dr. Armstrong, "Olup bitenlere bazen ben bile inanamıyorum," dedi. "Ama yine de..."
Philip Lombard, Armstrong'un sözünü kesti. "Yine de hepsi gerçek... Bunu
söyleyecektiniz, değil mi doktor?"
Lombard uzun sivri dişlerini göstererek sırıttı.
Blore ayaklarının altında uzanan denize bakıyordu.
"Kimsenin buralarda bir yerde saklanmış olmasına olanak yok, sanırım."
Armstrong başını salladı.
"Haklısınız. Yamaç oldukça dik. Hem nerede saklanabilir ki?"
Blore, "Yamacın bir yerinde, bir mağarada olabilir," dedi. "Sandalımız olsaydı adanın
çevresini dolanarak bir kere de denizden kontrol edebilirdik."
"Sandalımız olsaydı adanın çevresini dolaşmaktansa şimdiye kadar karaya olan
mesafenin yarısını almış olurduk."
"Çok doğru, efendim."
Lombard birdenbire, "Ama ne olursa olsun bu yamaçtan emin olmamız gerek," dedi.
"Bence gizlenilebilecek en uygun yer olanaksız gibi görünen yerlerdir. İp olsaydı, beni
buradan aşağıya sarkıtabildiniz."
Blore, "Hakkınız var," dedi. "Ben gidip ip bulmaya çalışayım."
Hızla yamaçtan aşağı inerek eve doğru uzaklaştı.
Lombard göğe baktı. Bulutlar toplanmaya başlıyordu. Rüzgâr artıyordu.
Yan gözle Armstrong'a bakarak, "Çok sessizsiniz doktor. Ne düşünüyorsunuz?" diye
sordu.
"Hiç. Sadece MacArthur'un ne dereceye kadar aklını kaçırmış olabileceğini
düşünüyorum."
IV
Vera sabahtan beri huzursuzdu. Emily Brent'ten mümkün olduğu kadar uzak durmaya
çalışmıştı.
Bayan Brent evin rüzgâr tutmayan tarafında dışarıya oturmuş, yün örüyordu.
Onu ne zaman düşünse, Vera'nın önüne saçlarına yosunlar takılmış, morarmış bir yüz
geliyordu... Bir zamanlar güzel olan bir yüz... Belki de çok güzel... Ve bu yüz artık
korkunun ve acımanın erişemeyeceği bir yerdeydi.
Wargrave de evin önündeki terasta bir şezlonga kurulmuş, oturuyordu. Kafası
boynuna iyice gömülmüştü.Vera ona baktığı zaman; sarı saçlı, uzun boylu, mavi gözlü, ürkek bakışlı genç adamı
düşündü. Edward Seton'u. Hayalinde, yargıcın başına siyah takkesini geçirip bir eli havada
idam hükmünü okuyuşu canlandı...
Az sonra Vera yavaş yavaş denize doğru yürümeye başladı. General MacArthur
yaklaşan kadına baktı. Bakışlarında soran ve acıyan bir ifade vardı. Bu; Vera'yı bir an
titretti. Generalin bakışları bir iki dakika ya sürdü, ya sürmedi.
Vera kendi kendine düşünüyordu.
"Ne garip! Sanki biliyormuş gibi bakıyor!.."
Yanına gelen genç kıza, "Haa... Demek sendin?.. Geldin demek?.." dedi General.
Verâ onun yanına oturdu. "Buradan denizi seyretmekten çok hoşlanıyorsunuz galiba?"
General başını hafifçe sallayarak karşılık verdi.
"Evet, çok. Beklemek için güzel bir yer bence."
Vera, "Beklemek mi?" diye sordu. "Ne bekliyorsunuz?"
"Sonumu... Bunu senin de bildiğini sanıyordum... Bilmiyor musun? Hepimiz burada
sonumuzu bekliyoruz."
Vera huzursuz bir sesle sordu.
"Ne demek istiyorsunuz?"
General MacArthur ağır ağır yanıt verdi:
"Hiçbirimiz bu adadan kaçıp kurtulamayacağız. Plan böyle. Tabii, sen de bunun
farkındasın. Belki de kurtulmak ne demektir bilmiyorsun."
Vera, "Kurtulmak mı?" diye hayretle sordu.
"Henüz çok gençsin... Bu duyguyu henüz tanımıyorsun. Ama sırtındaki ağır yükü
taşımaktan yorulduğunda, kurtulmak isteyeceksin. Bunu sen de bir gün hissedeceksin
mutlaka."
"Ne demek istediğinizi anlayamıyorum..."
Vera'nın sesi öfkeliydi. Parmaklarını da farkında olmadan birbirine geçirmişti. Bu
sessiz, ihtiyar askerden korkmaya başlamıştı birden.
Sonra general kendi kendine konuşuyormuş gibi mırıldandı.
"Anlıyor musun? Leslie'yi çok seviyordum. Çok seviyordum onu."
"Leslie karınız mıydı?"
"Evet, karımdı... Onu çok severdim... Öyle güzel ve canlı bir kadındı ki..."
Birkaç dakika sessiz durduktan sonra yeniden konuşmaya başladı:
"Evet, Leslie'yi çok seviyordum. O işi de bu yüzden yaptım."
Vera, "Yani..." dedi ve sustu.
General MacArthur başını hafifçe salladı.
"Artık bunu yadsımanın yararı yok... Hepimiz ölecek olduktan sonra. Richmond'u bile
bile ölüme gönderdim. Yani bir tür cinayet işledim. Garip, ben cinayet işledim... Benim
gibi, yasalara saygılı bir adam. Önce bana hiç de cinayet gibi görünmemişti. Hiç
duraksamamıştım. Bence bunu çoktan hak etmişti. Böyle düşünüyordum. Ama, sonra..."
"Evet, sonra?""Bilmiyorum. Bilmiyorum... Hiçbir şey umduğum gibi çıkmadı... Leslie'nin gerçeği
öğrenip öğrenmediğini de bilmiyorum.... Ama o andan itibaren benden uzaklaştı...
Erişemeyeceğim kadar uzaklara gitti... Sonra öldü... Ve ben yapayalnız kaldım..."
Vera, "Yalnız!.. Yapayalnız!" dedi, sesi kayalara çarparak geri döndü.
"Sonun geldiği zaman sen de sevineceksin."
Vera ayağa kalktı, sonra sert bir sesle,
"Ne demek istediğinizi anlayamıyorum," dedi.
"Ben anlıyorum, kızım. Ben anlıyorum..."
"Hayır, anlamıyorsunuz!.. Hiç de anlamıyorsunuz!"
General MacArthur bakışlarını yeniden denize çevirdi. Artık yanındaki genç kızın
varlığından habersiz gibiydi. Ağzından, hafifçe ve üzüntülü bir sesle, "Leslie!" sözü
döküldü.
V
Blore evden kolunda bir kangal iple döndüğünde, Dr. Armstrong'u bıraktığı yerde
denizin derinliklerine bakarken buldu.
Soluk soluğa:
"Lombard nerede?" diye sordu.
Armstrong soruya fazla önem vermeden, "Aklına gelen bir olasılığın doğru olup
olmadığını anlamaya gitti. Birkaç dakikaya kadar burada olacak," dedi. Sonra ekledi. "Bana
bak Blore, ben artık endişelenmeye başladım."
"Hepimiz endişe içindeyiz."
Doktor sabırsızlıkla elini sallayarak onu susturdu.
"Bilmiyorum... Bilmiyorum. Ama ben onu kastetmedim. Ben yaşlı MacArthur'u
düşünüyorum."
"Nesi var?.."
"Bizim aradığımız bir deli, değil mi? Bu deli MacArthur olmaz mı?"
"MacArthur manyak bir katil mi yani?"
"Kesin bir şey söyleyemem. Akıl hastalıkları uzmanı değilim. Onu bu bakımdan
incelemiş de değilim."
"Kendini beğenmişliğine ve ukalalığına diyecek yok. Ama..."
Armstrong onun sözünü kesti:
"Belki de sen haklısın. Söylediklerime aldırma. Mutlaka adada saklanan biri var. Hah
işte Lombard geliyor."
İpi Lombard'ın beline dikkatle bağladılar.
"Ben kendi kendime aşağıya inerim. Siz sadece ipi çekerek size vereceğim işarete
dikkat edin," dedi Lombard.
Bir, iki dakika sonra Lombard'ın ilk yamaçtan aşağıya inişini seyrederlerken Blore,
"Kedi gibi adam. Değil mi?" diye sordu.Sesinde garip bir ifade vardı.
Dr. Armstrong, "Dağcılık yapmış olduğu hemen belli oluyor," diye yanıt verdi.
Uzun bir sessizlik oldu, sonra eski polis müfettişi yeniden söze başladı.
"Her şeyde bir gariplik var. Ne düşünüyorum, biliyor musunuz?.."
"Ne?"
"Bu adam sağlam ayakkabı değil."
"Ne gibi yani?"
Blore bir an durakladı, sonra devam etti.
"Tam olarak açıklayamayacağım. Ama, içimden ona güvenmek gelmiyor."
Dr. Armstrong, "Oldukça fırtınalı bir yaşam sürmüş," dedi.
"Siz yanınızda tabanca getirdiniz mi, doktor?"
"Ben mi? Yok canım!.. Neden getirecekmişim?"
"Peki, Lombard neden getirmiş?"
Armstrong düşünceli düşünceli yanıt verdi.
"Belki de tabanca taşımak âdetidir."
Blore suratını astı.
O sırada ip şiddetle çekildi. Bir süre iple uğraştılar, ipin alt ucundaki ağırlık
hafifleyince Blore tekrar konuştu.
"Âdetten âdete fark vardır, doktor. Lombard'ın ıssız ve tehlikeli dağ başlarına ya da
ormanlara uyku torbası ve primus lambasıyla birlikte tabancasını da alarak girmesinde,
yanında mermi taşımasında kuşku çekecek hiçbir şey yok. Ama buraya tabancayla gelmesi
sırf alışkanlıktan olmasa gerek. İnsanların günlük yaşamlarında tabanca taşımalarına
sadece kovboy filmlerinde rastlanır."
Dr. Armstrong başını iki yana sallamakla yetindi. Yeniden eğilip Lombard'ın
çalışmasını seyrettiler. İşini bitirmişti ve bir şey bulamadığı anlaşılıyordu. İpe tutunarak
yamacı tırmandı, onların yanına geldi. Yüzündeki terleri sildikten sonra,
"Evet," dedi. "Aradığımız kişi evden başka bir yerde olamaz!"
VI
Evin aranması da kolay oldu. Önce dışarıdaki birkaç köşeyi ve odunluğu aradılar.
Sonra araştırmalarını evin içine yönelttiler. Aramadıkları yer kalmadı. Modern binada
hiçbir gizli köşe yoktu zaten. İşe en alt kattan başladılar. Yatak odalarının bulunduğu kata
çıktıklarında, koridordaki pencereden Rogers'ı elinde bir tepsi içinde kokteyllerle terasa
çıkarken gördüler.
Lombard, "Bulunmaz bir uşak," dedi. "Her şeye rağmen işe devam ediyor."
Armstrong azarlayan bir sesle, "Rogers birinci sınıf bir uşak. Bunu yadsıyamayız,"
dedi.
Blore, "Karısı da çok iyi bir ahçıydı," dedi. "Dün geceki yemek nasıldı?"
İlk yatak odasına girdiler. Beş dakika sonra dışarıya çıkmışlardı. İçeride ne saklanan,ne de saklanacak yer vardı.
Koridorda Blore, "Burada bir merdiven var," dedi.
Dr. Armstrong. "O merdiven hizmetçi odalarına çıkıyor," diye karşılık verdi. "Çatıda
gizlenecek bir yer olabilir. Su deposu gibi bir yer. Bence aranması gereken en önemli yer
orası."
Blore bu sözlerini bitirdiği sırada, yukarıdan hafif bir ayak sesi geldi.
Sesi hepsi işitmişlerdi. Armstrong heyecanla Blore'un koluna yapıştı.
Lombard parmağını dudaklarına götürerek, "Susun!" dedi. "Dinleyin."
Ses yeniden duyuldu. Biri yukarıda sessizce dolaşıyordu.
Dr. Armstrong fısıldadı.
"Ayak sesi Bayan Rogers'ın cesedinin bulunduğu yatak odasından geliyor."
"Tabii, saklanmak için en uygun yeri seçmiş. Ceset olduğu için, o odaya kimsenin
girmeyeceğini tahmin etmiştir. Mümkün olduğu kadar ses çıkarmadan yürüyelim."
Adeta sürünerek merdivenleri tırmandılar.
Yatak odasının önündeki boşlukta bir an yeniden durdular ve dinlediler. Evet, odada
biri vardı.
Blore fısıldadı, "Haydi."
Kapıyı birden ardına kadar açarak içeriye daldı. Ötekiler de onu izlediler.
Üçü de donup kalmışlardı.
Odanın ortasında Rogers duruyordu. Kucağı çamaşır doluydu...
VII
Kendini ilk toparlayan Blore oldu.
"Afedersin... Rogers!.. Şey... Burada birisinin dolaştığını duyduk da., düşündük ki.,
yani..."
Daha fazla konuşmayarak sustu.
"Affedersiniz, baylar, sadece eşyalarımı topluyorum. Bu gece bu odada
yatamayacağıma göre, aşağı kattaki boş konuk odalarından birine geçmeme itiraz
etmeyeceğinizi tahmin ederim. En küçük odaya yerleşeceğim tabii..."
"Tabii, tabii... Sakıncası yok," dedi doktor.
Yatakta, beyaz çarşafla örtülü cesedin bulunduğu tarafa kimse bakmamaya
çalışıyordu.
Rogers, "Teşekkür ederim, efendim," dedi. Kucağı eşyalarla dolu olarak odadan çıktı,
aşağı indi.
Armstrong yatağın yanına gitti. Çarşafı kaldırdı, cesedin yüzüne baktı. Korku yoktu bu
yüzde artık. Yalnızca boşluk vardı.
"Keşke gerekli malzemeyi getirmiş olsaydım. Onu öldüren şeyin ne olduğunu öyle
merak ediyorum ki," diye mırıldanan Armstrong diğer ikisine dönerek, "Gidip
başladığımız işi bitirelim. Ama bir şey bulamayacağımızı hissediyorum," dedi.Blore duvardaki bir kapağı açmaya uğraşıyordu.
"Bu herif, amma da sessiz hareket ediyor. Birkaç dakika önce onu terasa içki
götürürken görmüştük. Yukarıya çıktığını hiçbirimiz işitmedik."
Blore, bir süredir çektiği tokmağı sonunda büktü, tavanarasına açılan küçük kapıdan
içeri girerek karanlıkta gözden kayboldu. Lombard cebinden bir kibrit çıkararak onu
izledi. Armstrong da onun peşinden tavan arasına girdi.
Beş dakika sonra üçü de pislik içinde, birbirlerine bakıyorlardı. Üstleri başları toz ve
örümcek ağlarıyla doluydu. Yüzleri tozdan görünmüyordu. Sadece gözleri meydandaydı.
Sonunda anlaşmışlardı. Adada, kendileri de dahil, sekiz kişiden başka kimse yoktu.

bu kitabi okumayinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin