🎈

7 0 0
                                        

Sekizinci Bölüm
I
Lombard hafifçe, "Yanılmışız," dedi. "Tesadüfen birbirini kovalayan iki ölüm
hayalimizde kâbuslar yaratmamıza yol açmış."
Armstrong, "Hayır," diye ağır ağır karşılık verdi. "Olay hâlâ esrarını koruyor. Ben
doktorum, intiharlar hakkında bir fikrim vardır. Marston intihar edebilecek biri değildi."
"Kaza olamaz mı?"
Lombard'ın sorduğu bu soruyu Blore homurdanarak yanıtladı.
"Buna kaza demek biraz garip olur."
Kısa bir sessizlikten sonra Blore yeniden konuşmaya başladı. Ama, "Kadına gelince..."
dedi ve sustu.
"Bayan Rogers mi?"
"Evet, kadının ölümü kaza sonucu olamaz mı?.."
Philip Lombard sordu.
"Kaza mı? Ne gibi?"
Blore biraz durdu. Kırmızı suratı biraz daha kızardı, sonra tükürür gibi, "Bana bakın
doktor, siz ona uyuması için ilaç verdiniz, değil mi?" dedi.
Dr. Armstrong, Blore'a dik dik bakarak:
"Ne demek istiyorsunuz?" diye sordu.
"Ona uyuması için ilaç verdiğinizi kendiniz söylediniz dün gece."
"Evet, ama o ilaç zararsız bir yatıştırıcıdan başka bir şey değildi."
"Adı neydi, doktor?"
"Kadına çok küçük dozda Trional verdim. Çok zararsız bir ilaçtır."
"Sakın fazla ilaç vermiş olmayasınız?"
"Ne demek istediğinizi anlayamadım."
Armstrong adamakıllı öfkelenmişti.
"Hata yapmış olamaz mısınız, canım? Bu gibi şeyler her zaman olabilir."
Armstrong, "Hata yapmadım. Bu iddianız çok saçma bir şey!.." dedi. "Yoksa kadına,
kasıtla fazla ilaç verdiğimi mi ileri sürmeye çalışıyorsunuz?"
Philip Lombard söze karıştı:
"İkiniz de bana bakın. Aklınızı başınıza toplayın biraz. Birbirimizi boş yere suçlamaya
başlamayalım."
"Ben sadece doktora bir hata yapmış olabileceğini ima etmek istedim, o kadar."
Dr. Armstrong gülümsemeye çabalayarak, "Doktorlar böyle hatalar yapmazlar,
dostum," dedi.Blore, "Eğer gramofonda söylenilenlere inanırsak, bu sizin ilk hatanız olmayacaktı,"
dedi.
Armstrong'un rengi bembeyaz olmuştu.
Philip Lombard, Blore'a çattı.
"Ona buna saldırmanın ne anlamı var? Hepimiz aynı sandaldayız. Birlikte kürek
çekersek sahile sağ çıkabiliriz. Ya senin küçük hatadan ne haber? Biz ondan söz ettik
mi?.."
Blore ileri doğru bir adım attı. Yumrukları sıkılmıştı.
"O gramofona lanet olsun! Plak yalan dolu! O yalanları öne sürerek beni susturmaya
kalkışmayın! Bay Lombard, öğrenmek istediğim bazı şeyler var. Bunlardan biri de sizin
geçmişiniz."
Lombard kaşlarını kaldırdı.
"Geçmişim mi?"
"Evet, ayrıca adaya gelirken neden tabancanızı getirmiş olduğunuzu da öğrenmek
istiyorum."
"Demek öğrenmek istiyorsun?"
"Biliyor musun, Blore? Sen hiç de göründüğün kadar aptal bir adam değilmişsin."
"Olabilir, ama sen tabancandan söz et önce."
Lombard gülümsedi:
"Tabancamı, burada ihtiyacım olacağını tahmin ederek getirdim."
"Ama, dün akşam bize öyle söylememiştin."
Lombard başını salladı.
Blore, "Demek dün gece bize yalan söyledin," dedi.
"Aşağı yukarı."
"Peki, anlat bakalım işin aslını?"
Lombard tane tane, kelimelerin üzerine basa basa konuşmaya başladı.
"Ben buraya konuk olarak değil, görevli olarak geldim. Morris adında bir Yahudi tuttu
beni. Tehlikeli anlarda iyi iş görebilen bir adam olduğumu duymuş. Adaya gelip gözümü
açık tutmak için yüz İngiliz lirası verdi. Hepsi bu."
Dr. Armstrong, "Ama, herhalde size daha fazla bir şeyler de söylemiştir," dedi.
"Hayır, söylemedi. Çok ketumdu soytarı. Ya hiç soru sormadan işi kabul edecektim, ya
da reddedecektim. Zor durumdaydım. Fazla soru sormadan işi kabul ettim."
Blore pek inanmış görünmüyordu.
"Peki, bütün bunları dün gece neden söylemedin?"
Lombard, "Sevgili dostum," diyerek omuzlarını silkti, "Buraya akşamki olaylar için
çağrılmamış olduğumu nereden bilebilirdim? Kendimi gizlemek için bir masal uydurmam
gerekiyordu."
Dr. Armstrong, "Şimdi fikrinizi değiştirdiniz demek," dedi.
Lombard'ın yüzü değişti. Daha karışık ve sert bir ifade aldı.
"Evet. Şimdi sizlerle aynı durumda olduğuma inanıyorum. O yüz İngiliz lirası, beniburaya getirmek için, Owen'in kapana koymuş olduğu peynirmiş."
Bir an sustu, sonra sesini alçaltarak devam etti:
"Çünkü hepimiz bir tuzağa düştük... Bundan hiç kuşkum yok artık. Bayan Rogers'ın
ölümü, Tony Marston'un ölümü, yemek masasının üzerindeki porselen zenci biblolarının
kayboluşu... Evet, Owen'in eli hemen her yerde görünüyor. Ama kendi nerede bu iblisin?"
Aşağıdan onları yemeğe çağıran gong sesi geldi.
II
Rogers yemek odasında duruyordu. Üçü merdivenlerden inerken onlara doğru bir iki
adım ilerledi, alçak ve heyecanlı bir sesle,
"Yemekten memnun kalacağınızı ümit ederim," dedi. "Soğuk et, haşlanmış patates,
peynir ve meyva."
Lombard, "Bana göre fena değil. Kilerin dolu olduğu anlaşılıyor," dedi.
"Kilerde bol yiyecek var... Uzun süre adada kalsak bile, hepimizi idare eder, efendim..."
Lombard başını salladı.
Rogers peşlerinden yemek odasına doğru yürürken mırıldanarak konuşuyordu.
"Fred Narracot'un hâlâ gelmemesi beni meraklandırıyor. Gelmezse garip bir şanssızlık
diyeceğim."
Emily Brent odaya girmiş, elinden düşürdüğü yumağı bulmaya çalışıyordu. Masadaki
yerini alırken, "Hava bozuyor," dedi. "Rüzgâr sertleşti. Deniz de köpük içinde."
Bu sırada Yargıç Wargrave odaya girdi. Yavaş ve ölçülü adımlarla masaya doğru
ilerledi. Yemek masasının etrafında toplanmaya başlamış bulunan konukları
gözkapaklarının arasından süzerek, "Çok hareketli bir gün geçirdiniz," dedi. Sesinde garip
bir hoşnutluk seziliyordu.
Vera Claythorne içeri girdi. Halinden biraz koşmuş olduğu anlaşılıyordu.
"Ümit ederim ki, sizi bekletmedim. Biraz geciktim galiba."
Emily Brent, "Sonuncu siz değilsiniz. General MacArthur da henüz gelmedi," dedi.
Hepsi masadaki yerlerini aldılar.
Rogers, Bayan Brent'e baktı:
"Yemeğe başlayacak mısınız hanımefendi, yoksa generali mi bekleyeceksiniz?"
Vera, "General MacArthur deniz kenarında oturuyor. Gongun sesini duyabildiğini hiç
sanmıyorum. Bugün tuhaf bir hali vardı," dedi.
Rogers, "Gidip kendilerine yemeğin hazır olduğunu bildireyim," dedi.
Dr. Armstrong ayağa fırladı:
"Ben gidip çağırırım. Siz yemeğe başlayın."
Odadan çıkarken Rogers'ın sesi duyuluyordu:
"Soğuk dil mi istersiniz, salam mı Madam?"
IIIMasanın çevresinde oturan beş kişi konuşacak konu bulmakta güçlük çekiyorlardı.
Dışarıda rüzgârın sesi zaman zaman şiddetleniyor, sonra gene kayboluyordu.
Vera hafifçe ürperdi. "Fırtına geliyor galiba."
Blore bir sohbet konusu açmak istedi.
"Dün trende Plymouth'dan gelen bir ihtiyar denizci vardı. Fırtınanın gelmekte
olduğunu söylüyordu. Şu kurt denizcilerin havayı nasıl anladıklarını merak ediyorum
doğrusu."
Rogers masanın çevresinde dolaşarak et tabaklarını topluyordu. Birden tabaklar elinde
olduğu halde durdu, garip ve ürkek bir sesle, "Biri koşarak geliyor..." dedi.
Terasta koşan birinin ayak seslerini hepsi duyuyorlardı şimdi. O anda her şeyi
anlamışlardı... Hiçbir şey söylenmeden her şey anlaşılmıştı. Emir almış gibi hepsi ayağa
kalktılar. Yüzleri kapıya dönmüştü.
Dr. Armstrong içeri girdi.
"General MacArthur!.. dedi soluk soluğa.
"Öldü mü?"
Sözcükler Vera'nın ağzından top sesi gibi çıkmıştı.
"Evet, ölmüş!..."
Uzun bir sessizlik oldu.
Yedi kişi birbirlerinin yüzlerine bakıyorlar, söyleyecek söz bulamıyorlardı.
IV
Yaşlı askerin cesedi kapıdan içeri sokulduğu sırada fırtına patladı. Hepsi evin holünde
ayakta bekliyorlardı. Yağmurla birlikte gökgürültüleri de duyulmaya başlamıştı.
Blore'la Armstrong kollarına girdikleri cesedi yatak odasına götürmek üzere
merdivenlerden çıkarırlarken Vera Claythorne aniden arkasına döndü, boş yemek odasına
girdi.
Oda bıraktıkları gibi duruyordu. Meyveler masanın üzerindeydi.
Vera masaya doğru gitti. Bir iki dakika sonra odaya sessiz adımlarla Rogers girdi.
Masanın başında Vera'yı görünce gözleri hayretle açıldı.
"Şeye bakmaya geldim..."
Vera sert ve yüksek bir sesle, "Hakkın var Rogers, gel gözlerinle gör. Yedi tane kalmış,"
dedi.
V
General MacArthur yatağına yatırılmıştı.
Armstrong, cesedi son bir defa muayene ettikten sonra, odadan çıkarak aşağı indi.
Ötekiler oturma odasında toplanmışlardı.
Bayan Brent örgüsünü örüyordu. Vera Claythorne, pencerenin önünde durmuş,yağmuru seyrediyordu. Blore elleri dizlerinde, bir sandalyede oturuyordu. Lombard
huzursuzlukla bir aşağı bir yukarı dolaşmaktaydı. Odanın bir köşesinde de Wargrave bir
koltuğa oturmuştu. Gözleri yarı kapalıydı. Yargıcın aralık duran gözkapakları doktor içeri
girdiği sırada açıldı.
Sonra tiz bir sesle, "Evet doktor!" dedi.
Armstrong'un yüzü bembeyazdı.
"Kalp yetmezliği ya da ona benzer bir şey sözkonusu değil, General MacArthur
arkadan başına sert bir cisimle vurularak öldürülmüş."
Odada bir mırıltı başladı, ama yargıcın berrak sesi bir kere daha çınladı:
"Kullanılan silahı buldunuz mu?"
"Hayır."
"Yine de bu biçimde öldürüldüğünden eminsiniz, değil mi?"
"Kesinlikle eminim."
Yargıç Wargrave sakin bir sesle, "Şimdi durumumuz açıkça ortaya çıktı," dedi.
Duruma kimin hakim olduğundan kuşku kalmamıştı artık. Wargrave sabahı terastaki
koltuğuna gömülerek, gözleri yarı açık, hiç kimseyle ilgilenmeden geçirmiş,
gözkapaklarının aralığından ötekilerinin hareketlerini izlemişti. Şimdi yılların verdiği
alışkanlıkla kumandayı ele almış bulunuyordu. Adeta mahkeme salonundaki
kürsüsünden konuşuyordu.
Öksürerek yeniden söze başladı.
"Beyler, bu sabah terasta oturduğum yerden hareketlerinizi gözledim. Hepinizin amacı
aynıydı. Herkes adada meçhul katili arıyordu, değil mi?"
Philip Lombard, "Hakkınız var, efendim," dedi.
Yargıç devam etti:
"Hiç kuşkusuz siz de benim vardığım sonuca vardınız. Yani Anthony Marston ve Bayan
Rogers ne intihar ettiler, ne de bir kazaya kurban gittiler. Owen'in bizi bu adada toplayış
nedenini anladığınızı sanıyorum."
Blore hırsla homurdandı.
"Bu adam deli! Manyağın biri!"
Yargıç tekrar öksürdü:
"Bu aşağı yukarı gerçek. Ama, adamın deli oluşu durumumuzda fazla bir değişiklik
yapmaz. Bir an önce canımızı kurtarmalıyız."
Armstrong titrek bir sesle konuştu, "Adada kimse yok. Anlıyor musunuz?... Bizden
başka kimse yok!..."
Yargıç çenesini kaşıyarak, ağır ağır, "Evet, bizden başka kimse yok," dedi. "Owen
içimizden biri!"
VI
"Hayır, hayır!... Olamaz!..."Haykıran Vera'ydı.
Yargıç bakışlarını genç kıza çevirerek sözlerini sürdürdü.
Bir yandan da Vera'yı sert bakışlarla süzüyordu.
"Gerçeklere yüz çevirmenin vakti değil. Hepimiz büyük bir tehlike içindeyiz. İçimizden
birisi U.N. Owen. Ve bunun hangimiz olduğunu bilmiyoruz. Anthony Marston, Bayan
Rogers ve General MacArthur her türlü kuşkunun dışındalar elbet. Geriye biz yedi kişi
kalıyoruz. Yani, masanın üzerindeki yedi küçük zenci."
Biraz durdu ve çevresine bakındı:
"Herkes benimle aynı fikirde mi?"
Armstrong, "Olacak şey değil!... Ama doğru galiba!" dedi.
Blore, "Bundan kuşku yok!" dedi. "Bana soracak olursanız çok güzel bir fikrim var..."
Wargrave çabuk bir el hareketiyle onu susturdu, sonra sakin bir sesle:
"İleride ona da geleceğiz. Şu dakikada karşı karşıya bulunduğumuz gerçek hakkında
hepimizin aynı fikirde olup olmadığımızı öğrenmek istiyorum," dedi.
Hâlâ yün örmekte olan Emily Brent konuştu.
"İddianız bana mantıklı geliyor. İçimizden birinin şeytanla işbirliği yaptığı
kanısındayım ben de."
Vera mırıldandı.
"İnanılacak şey değil. İnanılacak şey değil."
Yargıç, "Ya siz Lombard?" diye sordu.
"Ben de aynı fikirdeyim. Tamamıyla aynı fikirde."
Yargıç verilen yanıtlardan hoşnut olduğunu gösteren bir tavırla başını salladı.
"Şimdi eldeki kanıtları gözden geçirelim. Belli bir kişiden kuşkulanmamızı gerektiren
bir neden var mı? Siz ne söyleyecektiniz Bay Blore?"
Blore derin derin soluk alıyordu:
"Lombard'da tabanca var," dedi. "Dün akşam bize doğruyu söylememiş. Bunu kendi de
itiraf etti."
Philip Lombard soğuk soğuk güldü.
"Galiba yeni baştan açıklamam gerekecek."
Sonra da adaya gelişinin öyküsünü yargıcın karşısında bütün ayrıntılarıyla anlattı.
Blore hemen atıldı.
"Bunu kanıtlayabilir misin? Anlattıklarının doğru olduğunu gösterecek bir kanıt yok
ortada."
Yargıç öksürdü:
"Hepimiz aynı durumdayız. Kendi ifadelerimizden başka güvenilebilecek hiçbir şey
yok."
Oturduğu yerde öne doğru eğildi, devam etti.
"Hiçbiriniz ne garip bir kapana kıstırıldığımızın tam olarak bilincinde değilsiniz. Bence
izleyebileceğimiz bir tek yol var. Elimizdeki kanıtlarla bütün kuşkuların dışında
bırakabileceğimiz bir kişi var mı aramızda?"Dr. Armstrong hemen yanıt verdi.
"Ben tanınmış biriyim. Benden böyle kuşkulanılması..."
Yargıç yeni bir el hareketiyle doktoru sözünü tamamlayamadan susturdu, sonra her
zamanki berrak sesiyle kendi söze başladı.
"Ben de tanınmış bir insanım. Ama bu hiçbir şey ifade etmez. Birçok doktorun
delirdiği olmuştur. Deliren yargıçlara rastlanmadığını da kimse iddia edemez."
Gözlerini Blore'a dikerek devam etti.
"Polislerin delirdiği de hiç görülmemiş bir şey değildir."
Lombard söze karıştı:
"Herhalde, kadınları bu konunun dışında bırakacağız."
Yargıcın kaşları alnının ortasına kadar kalktı. O asit gibi keskin sesiyle,
"Yani kadınlar akıllarını kaçırıp cinayet işleyemezler mi?" diye sordu.
Lombard irkildi.
"Böyle bir şey bana olanaksız..."
Sözünü bitirmeden sustu. Kısa bir sessizlikten sonra. Yargıç Wargrave aynı tiz, madeni
sesiyle Armstrong'a sordu.
"MacArthur'u bir kadın öldürmüş olabilir mi?"
Doktor soğukkanlılıkla yanıt verdi.
"Evet, olabilir."
"Yani ölüme yol açan darbe fazla güçlü olmayı gerektirmiyor, öyle mi?"
"Evet."
Wargrave tosbağaya benzeyen boynunu uzatarak yeniden konuşmaya başladı.
"Öyleyse kimseyi zan dışı bırakamayız."
Vera birden haykırdı:
"Siz delisiniz!.."
Yargıcın bakışları odadakileri bir bir dolaştı ve Vera'ya takılı kaldı. Bu bakışlarda
insanları tartmaya alışkın bir ifade seziliyordu.
Vera içinden, "Beni karşısında sanık gibi görüyor," diye düşündü. Ve... Aklına gelen
şeye kendi de şaşmıştı: "Bu adam benden hiç hoşlanmıyor."
Yargıç ölçülü bir ses tonuyla konuşmasına devam ediyordu.
"Küçükhanım, rahatlamak için içinizi boşaltmakta özgürsünüz. Size kızmadım.
Hanımları da zanlılar arasına soktuğum için, Bayan Brent alınmamıştır umarım."
Emily Brent örgüsünden başını kaldırmadan soğuk bir sesle konuştu:
"Bir insanın canına kıymakla suçlanmam benim karakterimi bilenlere saçma
görünebilir. Ama burada hepimizin birbirimize yabancı olduğumuzu ve kesin kanıt
bulunmadıkça kimseye güvenilmeyeceğini göz önünde tutarak sözlerinizi yerinde
buluyorum. Çünkü önce de söylediğim gibi, aramızda bir iblis var."
"O halde anlaştık. Sadece toplumsal durumu ve karakteri göz önüne alınarak kimse
zan dışı bırakılmayacak."
Lombard, "Ya Rogers?" dedi.Yargıç bakışlarını Lombard'a çevirdi:
"Ne olmuş Rogers'e?.."
"Bana soracak olursanız Rogers'ı rahatça zan dışı bırakabiliriz."
"Öyle mi?.. Neden?"
"Cinayet planı kuracak kadar zeki olduğunu sanmıyorum. Ayrıca kurbanlardan biri de
karısı."
Yargıç kaşlarını bir kere daha kaldırdı:
"Delikanlı, şimdiye kadar pek çok kişi karşıma karısını öldürmekten sanık olarak
çıktı... Ve çoğu mahkûm oldu."
"Evet, kabul ediyorum. İnsanların karılarını öldürmeleri olanaklı... Hatta buna doğal
bir şey bile diyebiliriz. Ama, bu biçimde değil. Rogers'ın, karısını konuşarak onu ele
vereceğinden korktuğundan öldürmüş olabileceğini, karısından bıktığını, ya da yüzü daha
az buruşuk birisine tutulmuş olabileceğini kabul ederim. Ama, onu manyak Owen olarak
düşünemiyorum. Giriştiği çılgınca adalet oyununda, birlikte işledikleri bir suçtan dolayı
işe karısını cezalandırmakla başlamış olduğunu kabul edemem."
Yargıç Wargrave yanıt verdi:
"Siz olanakları kanıt olarak kabul ediyorsunuz. Görünüşe aldanmamanız gerek. Rogers
ile karısının hanımlarını öldürmüş olup olmadıklarından emin değiliz. Rogers bu masalı
kendini de bizimle aynı durumda göstermek için uydurmuş olabilir. Bayan Rogers'ın dün
geceki korkusu da, kocasının aklını kaçırdığını farketmiş olmasından ileri gelmiştir belki."
Lombard, "Pekâlâ, sizin dediğiniz olsun," dedi. "İçimizden biri Owen ve kimse bu
kuşkunun dışında bırakılmayacak."
Wargrave, "Benim demek istediğim, karakter, toplumsal durum ve olasılıklara
dayanarak kimsenin kuşku dışında bırakılmaması gerektiğidir," dedi. "Şimdi araştırmamız
gereken şey, aramızda Owen olmadığından emin olabileceğimiz bir iki kişi bulup
bulamayacağımızda. Ama, bunu sağlam kanıtlara dayanarak yapmalıyız. Daha sabit bir
biçimde anlatayım. Aramızda Marston'un bardağına siyanür koyması, Bayan Rogers'e
fazla uyku ilacı vermesi ya da generalin başına sert bir cisimle vurması olanaksız bir kişi
var mı?..."
Blore'un asık suratı aydınlandı. Öne doğru eğildi.
"İyi söylediniz efendim," dedi. "Üzerinde durmamız gereken nokta bu. Bu noktadan
hareket edersek hedefe ulaşabiliriz sanırım. Marston'un ölümünden işe başlayalım. Dün
gece birinin dışarıdan pencerenin yanında duran içki kadehine siyanürü boşaltmış
olabileceği olasılığı ileri sürülmüştü. Bu iş odada bulunan biri tarafından çok daha
kolaylıkla yapılabilirdi. Rogers'ın odada olup olmadığını hatırlamıyorum. Ama, içimizden
biri pekâlâ yapabilecek durumdaydı."
Derin bir soluk aldı, sonra devam etti.
"Gelelim Bayan Rogers'e. Bu cinayette en çok kuşku çeken kişiler kadının kocası ve
doktor. Her ikisi de bu işi göz açıp kapayıncaya kadar, kolaylıkla yapabilecek
durumdaydılar..."Armstrong ayağa fırladı. Sinirinden titriyordu.
"Bu kadarı da fazla artık. Verdiğim ilacın çok zararsız bir yatıştırıcıdan başka birşey
olmadığını kaç kez söyledim..."
"Doktor Armstrong!"
Yargıcın soğuk ve hükmeden sesi duyuldu. Dr. Armstrong cümlesini tamamlayamadan
sustu. Yargıç devam etti.
"Suçlamalar karşısında sinirlenmenizi doğal karşılıyorum. Ama gerçekleri olduğu gibi
kabul etmek zorundayız. Siz ve Rogers kadına rahatlıkla fazla ilaç verebilecek
durumdaydınız. Şimdi geri kalanların durumunu inceleyelim. Bizlerden biri bu kadına
zehir verebilir miydik? İçimizden herhangi biri bu olasılığın tümüyle dışında
bırakılabilecek durumda mı?" Bir an durdu, sonra, "Hiç sanmıyorum," diye ekledi.
Vera kızgın bir sesle söze karıştı.
"Ben kadının yanına bile gitmedim. Buna hepiniz yemin edebilirsiniz!"
Yargıç Wargrave bir iki dakika bekledi, yeniden konuşmaya başladı.
"Eğer bir yerde hata yapacak olursam lütfen düzeltiniz. Bayan Rogers bayıldığı zaman
sofadan oturma odasına Marston ve Lombard tarafından getirilmişti. Doktor Armstrong
da onlara yardım etmişti. Doktor bu arada Rogers'ı konyak getirmeye göndermişti. Daha
sonra Emily Brent dışında hepimiz yandaki odaya girmiş ve gramofonu görmüştük. Odada
yalnız Bayan Brent kalmıştı... Baygın yatan kadınla yapayalnız."
Emily Brent'in yanaklarında hafif bir pembelik belirdi. Elindeki örgüyü bırakarak
konuştu.
"Saçmalamaya başladınız artık!"
Yargıcın soğuk ve madeni sesi konuşmaya devam ediyordu:
"Odaya döndüğümüzde, baygın yatan kadının üzerine eğilmiştiniz."
"Hasta bir kadına yardım ettiğim için cinayetle mi suçlanacağım?"
Yargıç Wargrave, "Ben sadece durumu olduğu gibi hatırlatmaya çalışıyorum," dedi.
"Sonra Rogers elinde, istediği şeyden istediği kadar eklemiş olabileceği bir kadeh konyak
olduğu halde odaya girdi. Konyak kadına içirildi. Az sonra da kadın, kocası ve Doktor
Armstrong'un kolları arasında yatağa çıkarıldı. Orada da Doktor Armstrong kendisine
yatıştırıcı ve zararsız olduğunu iddia ettiği bir ilaç verdi."
Blore, "Olay tıpatıp böyle oldu. Onun için Bayan Claythorne'u, yargıcı, Lombard'ı ve
beni bu işin dışında kabul edebiliriz," dedi. Sesinde memnun ve neşeli bir ifade vardı.
Wargrave, Blore'a soğuk bakışlarla bakarak mırıldandı.
"Bakalım, öyle mi? Her türlü olasılığı göz önünde bulundurmamız gerek."
Blore, "Ne demek istediğinizi anlayamadım," dedi.
Yargıç devam etti:
"Yukarıdaki odasında Bayan Rogers yatağında yatmaktaydı. Doktor Armstrong'un
verdiği yatıştırıcı ilaç etkisini göstermeye başlamıştı. Kendini uykuya bırakmak üzereydi.
Bu sırada birinin oda kapısını vurarak elinde bir hapla içeriye girdiğini, bunu doktorun
yolladığını ve hemen içmesini istediğini söylediğini varsayalım. Kadının bu ilacı hiçArmstrong ayağa fırladı. Sinirinden titriyordu.
"Bu kadarı da fazla artık. Verdiğim ilacın çok zararsız bir yatıştırıcıdan başka birşey
olmadığını kaç kez söyledim..."
"Doktor Armstrong!"
Yargıcın soğuk ve hükmeden sesi duyuldu. Dr. Armstrong cümlesini tamamlayamadan
sustu. Yargıç devam etti.
"Suçlamalar karşısında sinirlenmenizi doğal karşılıyorum. Ama gerçekleri olduğu gibi
kabul etmek zorundayız. Siz ve Rogers kadına rahatlıkla fazla ilaç verebilecek
durumdaydınız. Şimdi geri kalanların durumunu inceleyelim. Bizlerden biri bu kadına
zehir verebilir miydik? İçimizden herhangi biri bu olasılığın tümüyle dışında
bırakılabilecek durumda mı?" Bir an durdu, sonra, "Hiç sanmıyorum," diye ekledi.
Vera kızgın bir sesle söze karıştı.
"Ben kadının yanına bile gitmedim. Buna hepiniz yemin edebilirsiniz!"
Yargıç Wargrave bir iki dakika bekledi, yeniden konuşmaya başladı.
"Eğer bir yerde hata yapacak olursam lütfen düzeltiniz. Bayan Rogers bayıldığı zaman
sofadan oturma odasına Marston ve Lombard tarafından getirilmişti. Doktor Armstrong
da onlara yardım etmişti. Doktor bu arada Rogers'ı konyak getirmeye göndermişti. Daha
sonra Emily Brent dışında hepimiz yandaki odaya girmiş ve gramofonu görmüştük. Odada
yalnız Bayan Brent kalmıştı... Baygın yatan kadınla yapayalnız."
Emily Brent'in yanaklarında hafif bir pembelik belirdi. Elindeki örgüyü bırakarak
konuştu.
"Saçmalamaya başladınız artık!"
Yargıcın soğuk ve madeni sesi konuşmaya devam ediyordu:
"Odaya döndüğümüzde, baygın yatan kadının üzerine eğilmiştiniz."
"Hasta bir kadına yardım ettiğim için cinayetle mi suçlanacağım?"
Yargıç Wargrave, "Ben sadece durumu olduğu gibi hatırlatmaya çalışıyorum," dedi.
"Sonra Rogers elinde, istediği şeyden istediği kadar eklemiş olabileceği bir kadeh konyak
olduğu halde odaya girdi. Konyak kadına içirildi. Az sonra da kadın, kocası ve Doktor
Armstrong'un kolları arasında yatağa çıkarıldı. Orada da Doktor Armstrong kendisine
yatıştırıcı ve zararsız olduğunu iddia ettiği bir ilaç verdi."
Blore, "Olay tıpatıp böyle oldu. Onun için Bayan Claythorne'u, yargıcı, Lombard'ı ve
beni bu işin dışında kabul edebiliriz," dedi. Sesinde memnun ve neşeli bir ifade vardı.
Wargrave, Blore'a soğuk bakışlarla bakarak mırıldandı.
"Bakalım, öyle mi? Her türlü olasılığı göz önünde bulundurmamız gerek."
Blore, "Ne demek istediğinizi anlayamadım," dedi.
Yargıç devam etti:
"Yukarıdaki odasında Bayan Rogers yatağında yatmaktaydı. Doktor Armstrong'un
verdiği yatıştırıcı ilaç etkisini göstermeye başlamıştı. Kendini uykuya bırakmak üzereydi.
Bu sırada birinin oda kapısını vurarak elinde bir hapla içeriye girdiğini, bunu doktorun
yolladığını ve hemen içmesini istediğini söylediğini varsayalım. Kadının bu ilacı hiçdüşünmeden, içmeyeceğini iddia edebilir misiniz?"
Odaya derin bir sessizlik çöktü. Blore sandalyesinde rahatsız rahatsız kımıldanıyordu.
Sessizliği bozan Philip Lombard oldu.
"Ben böyle bir olasılığa inanmıyorum. Hem, olaydan sonra birkaç saat bu odadan
dışarı kimse çıkmadı. Araya Marston'un ölümü falan girdi."
Yargıç yanıt verdi.
"İçimizden birinin sonradan yatak odasından çıkarak bu işi yapmış olması olanaksız
mı?"
Lombard itiraz etti.
"Rogers görürdü."
Armstrong da söze karıştı.
"Rogers, biz yatak odalarımıza çıktığımızda yemek odasını ve mutfağı temizlemek için
aşağıda kalmıştı. Bu durumda herhangi birimiz kadının yatak odasına kimseye
görünmeden girmiş olabilir."
Emily Brent, "Tabii, bu sırada kadın sizin verdiğiniz ilacın etkisiyle derin bir uykuya
dalmıştı. Değil mi, Doktor?.." dedi.
"Büyük bir olasılıkla, evet. Ama böyle olmayabilir de. Hastaya bir kereden fazla
vermedikçe bu gibi ilaçların bünyede nasıl ve ne kadar zamanda etki edeceği
kestirilemez."
Lombard, "Tabii, böyle konuşmak işinize geliyor değil mi?" dedi.
Armstrong'un yüzü öfkeden bir kere daha karanlık gölgelerle doldu, ama
dudaklarından dökülmek üzere olan sözlerin ağzından çıkmasına, gene o soğuk otoriter
ses engel oldu.
"Birbirimize rastgele suçlamalar yağdırarak sonuca ulaşamayız. Delilleri
değerlendirmemiz gerek. Gerçeğe yakınlık olasılığının düşük olduğunu kabul etmekle
birlikte, varsayımın iyice gözden geçirilmesinde yarar görüyorum. Böyle bir planın
başarısı, her şeyden önce uygulayanın kişiliğine bağlıdır. Böyle bir durumda Bayan
Brent'in ya da Bayan Claythorne'un odaya girmesi hastada en ufak bir kuşku bile
uyandırmaz. Öte yandan, ben, Blore ve Lombard'ın da elinde bir hapla odaya girmesinin
hastada kuşku uyandıracağını sanmıyorum."
Blore sordu.
"Peki, sonuç?"
VII
Yargıç Wargrave gözlerinde vahşi bir pırıltıyla yanıt verdi.
"Sonuç şu. Bayan Rogers'ı herhangi birimiz öldürmüş olabiliriz."
Biraz durdu, yutkundu, boğazını temizledi ve devam etti:
"Gelelim General MacArthur'un ölümüne... Cinayet henüz bu sabah işlendi. Bu
konuda bir şey söylemek isteyen kimse var mı? Benim bu konuda hiç bilgim yok.Yemeğin hazır olduğunu haber veren gong duyuluncaya kadar, terasta bir koltukta
oturdum. Ama, bu süre içinde sahile inip generali öldürecek, sonra da yerime dönecek
vaktim vardı. Bu durumda bugün terastan hiç ayrılmadığıma ilişkin sözümden başka
ortaya koyacağım bir kanıt yok. Bildiğiniz gibi sözler, fazla güvenilir birer kanıt olarak
kabul edilemez. Her sözün kanıtlanması gerekir."
Blore, "Ben bütün sabah Lombard ve Doktor Armstrong ile birlikteydim. Bu beni her
türlü kuşkunun dışında bırakır," dedi.
Armstrong kuşkulu bakışlarla Blore'a bakarak konuştu:
"Bir ara ip almak için eve gitmiştin."
"Evet, gittim ve hemen döndüm. Bunu siz de biliyorsunuz."
"İpi getirmen epey sürdü ama."
Blore bir anda kıpkırmızı kesildi.
"Ne demek istiyorsunuz, Doktor Armstrong?"
"Sadece ipi getirmen epey uzun sürdü dedim."
"İnsan bir kangal ipi, tanımadığı bir evde elini uzatıp hemen bulamaz ya."
Yargıç, "Bay Blore eve gittiği sırada siz ikiniz birlikte miydiniz baylar?" diye sordu.
Armstrong, "Evet," diye yanıt verdi. "Yalnızca Lombard birkaç dakika için bir yere
kadar gitti. Ben olduğum yerde onu bekledim."
Lombard gülümseyerek,
"Karşıya ayna ile haber iletmenin yollarını aradım sadece. En uygun noktayı
araştırıyordum. Bu da sadece birkaç dakika sürdü," dedi.
Armstrong başıyla onayladı.
"Evet, doğru. Cinayet işleyecek kadar uzun süre benden uzak kalmadı."
Yargıç, "İkinizden biriniz o sırada saatlerinize baktınız mı?" diye sordu.
Philip Lombard, "Hayır, sanmıyorum," dedi. "Benim saatim yanımda değildi."
Yargıç soğuk bir sesle, "O halde birkaç dakika dediğiniz süre daha uzun da olabilir,"
diye karşılık verdi.
Sonra, bakışlarını kucağındaki yumakla dimdik oturmuş, örgü ören kadına çevirdi.
"Ya siz Bayan Brent?"
"Ben Vera Claythorne'le birlikte tepeye çıktım. Sonra terasta oturarak güneşlendim."
"Sizi terasta görmedim."
"Olabilir. Ben evin doğuya bakan cehpesindeydim. Orası rüzgâr tutmuyordu da."
"Yemek vaktine kadar orada mı oturdunuz?"
"Evet."
"Ya siz, Bayan Claythorne?"
Vera'nın, yanıtını önceden hazırladığı anlaşılıyordu. Hemen konuştu.
"Bu sabah Bayan Brent'le birlikteydik. Daha sonra biraz etrafta dolaştım. Sonra da
sahile inip General MacArthur'la konuştum."
Yargıç Wargrave genç kızın sözünü kesti.
"O sırada saat kaçtı? Söyleyebilir misiniz?"Vera bir an şaşırdı.
"Bilmem... Sanırım yemek zamanından bir saat kadar önceydi... Daha da az olabilir."
Blore sordu.
"Bizim generalle konuşmamızdan önce mi, sonra mı?"
"Bilmiyorum, ama... Çok garip bir hali vardı," diye yanıt veren Vera aniden ürperdiğini
hissetti.
Yargıç, "Ne bakımdan garip bir hali vardı?" diye sordu.
"Sonumuzun geldiğini söyleyip duruyordu... Sonunu beklemekte olduğunu
söylüyordu... Beni çok korkutmuştu onun o hali."
"Sonra ne yaptınız?"
"Eve döndüm. Yemekten az önce de biraz dışarı çıktım. Evin arka tarafında
dolaşıyordum. Gong çaldığında, içimde bir huzursuzluk vardı."
"Şimdi Rogers kaldı geriye. Onun söyleyeceklerinin olay hakkındaki bilgimize fazla bir
şey ekleyeceğini pek sanmıyorum, ama gene de bir dinleyelim."
Rogers mahkemedeymiş gibi konuştu, ama söyleyeceği çok az şey vardı. Bütün sabah
ev işleriyle ve öğle yemeğinin hazırlanmasıyla uğraşmıştı. Öğleden önce bir ara eşyalarını
karısının cesedinin bulunduğu odadan almış ve aşağıdaki boş yatak odalarından birine
yerleştirmişti. Yemekten az önce terasa kokteyl götürmüştü. Mutfak penceresinden,
generalin ölümüyle ilgili olabilecek bir şey görmemişti. Zaten pencereden de bakmamıştı.
Bu arada, sofrayı kurarken masasının üzerinde sekiz zenci biblosu bulunduğuna da yemin
ediyordu. Rogers'ın sorgusundan sonra odaya derin bir sessizlik çöktü.
Yargıç Wargrave boğazını temizledi.
Bu sırada Lombard, Vera'ya fısıldadı.
"Şimdi yargıç kararı bildirecek."
"Üç ölüm olayı hakkında elimizden geldiği kadar araştırma yaptık. Araştırma sonunda
şu kanıya varmış bulunmaktayım ki, bu adada bulunan yedi kişiden biri tehlikeli bir
manyak ve canidir.
"Herkesin, canını korumaya çalışmasını tavsiye ederim. Katil, şimdiye kadar
kurbanlarını kimse kuşkulanmadığı için kolaylıkla, ağına düşürdü. Şu andan itibaren
birbirimizin bütün hareketlerinden kuşkulanmamız ve birbirimizi denetim altında
bulundurmamız gerekiyor. Tehlikeyi bilmek, bilmemekten daha iyidir. Hiçbir tehlikeli
harekete girişmemenizi ve her türlü tehlikeye karşı uyanık olmanızı salık veririm. Bu
kadar."
Lombard, "Mahkeme sona erdi," diye mırıldandı.

bu kitabi okumayinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin