Prolog

31 3 15
                                    

Gecenin bir yarısı bir karaltının camın önünden geçmesiyle perdeler aheste bir edayla hareketlendi. Dolapların teker teker açılıp kapanırkenki gıcırtısı sessizliği deldi. Ardından çekmeceler birbiri ardına çekilip itilmeye başlandı. Hızlı hızlı… Çekmecelerin içindeki kâğıtların karıştırılırken çıkardığı hışırtı sesleriyse tüm odayı kaplamıştı.

Yatağında her şeyden bihaber bir hâlde uzanan albinonun uykusunda kaşları çatıldı. Huzursuzca sağına döndü. Evdeki yabancının tüm dikkati bir anlığına albinoya kaydı fakat albinoda yeni bir hareketlilik sezmeyince işine geri döndü. En altın bir üstündeki çekmeceyi açtı ve gözleri ışıdı, evin davetsiz misafiri sonunda aradığını bulmuştu.

Bir düzine mektubu alelacele pelerinin içindeki özel cebe sıkıştırıp hızla doğruldu ve seri adımlarla kapıya yöneldi. Kapıya çok yakındı, çıkıp gidebilirdi ama hemen sağında kalan mantar pano dikkatini dağıttı ve durmasına yol açtı.

Mantar panoda pek bir şey yoktu. Unutulmamak üzere iliştirilmiş -yine de unutulmuş- bazı notlar, gazetelerden kesilmiş iş ilanları ve kuponlar, son olarak ise panonun sağ alt köşesinde pelerinlinin dikkatini asıl çeken şey duruyordu: birkaç aile fotoğrafı.

Panoda toplamda sadece üç fotoğraf vardı. Ne yazık ki fotoğrafların hiçbirinde ailenin tamamı bir araya gelememişti. Diğer iki fotoğrafın üstüne yerleştirilen fotoğrafta ışıltılı gülümsemesiyle uzun dalgalı kahverengi saçlı bir kadın, yüzünde asla mimik oynamayacak kadar sert görünümlü ve son derece yakışıklı bir adamın koluna girerek kameraya şirin bir poz vermişti. Yan yana duran diğer iki fotoğraftan birindeyse aynı kadın kucağında daha birkaç aylık olduğu belli olan bir bebekle çekilmişti fakat kadın bu fotoğrafta berbat bir hâldeydi. Yüzünde ışıltılı gülümsemesinden eser olmadığı gibi bir önceki fotoğrafta ay gibi parlayan teninin rengi burada aynı bir hasta gibi solgun; normalde dalgalı parlak kahve saçlarıysa burada soluk ve resmen bir çalı kadar karmaşık, içlerinde beyazlar seçilmekle beraber yer yer de dökülmüştü ama garip bir şekilde kucağındaki çocuğa bakarkenki yüzündeki tatmin olmuş ifade, kahvelerindeki şefkat ve gözlerinde birikmiş yaşlar sanki tüm bu çirkin görüntüyü örter gibiydi. Ve son fotoğraf…

Fotoğrafı mantar panoya sabitleyen iğnenin sağında, solunda ve üstünde onlarca küçük deliğin bulunması, dahası fotoğrafın iğnelendiği yerdeki deliğin diğer iki fotoğrafa göre daha geniş olması, kişide bu fotoğrafın onlarca kez yerinden çıkartılıp yeniden yerine iliştirildiği izlenimi uyandırıyordu. Ayrıca bu, yabancının da en çok ilgisini çeken fotoğraftı.

Fotoğraftaki albino çocuk en fazla beş yaşındaydı. Babasının omuzlarında, elinde oyuncak bir uçak ve yüzünde annesine has ışıl ışıl bir gülümsemeyle etrafa neşe saçıyordu. İşin en ilginç yanı onun bu neşesinin bay düz surat babasına dahi geçmiş olmasıydı. Adamın ela gözleri kısılmış ve dudaklarında çok hafif bir hareketlilik peydahlanmıştı. Bu hafif hareketlilik dahi kirli sakallı yüzünde derin bir çukur bırakmıştı.

Pelerinli yabancı, fotoğrafı mantar panodan çıkarıp eline aldı. Gözleri adamın üstünde oyalanıyordu. Kahverengi dağınık saçlarını, yanağında beliren gamzesini, şekilli ve keskin inişli çenesini, ela gözlerini… Her şeyini inceledi. Benzerlikleri görüyordu ve gördüğü benzerlikler ilgisini cezbetmişti.

Sonra gözüne adamın omuzlarında duran küçük albino çocuk ilişti fakat onu incelemeye pek fırsatı olmadı.

Yatağında uzanan albino yattığı yerde huzursuzca kendinden yana döndüğü an yabancı dondu kaldı ve saniyeler sonra albino gözlerini açtı. Şimdi albino ve pelerinli açıkça bakışıyordu.

Yabancı, albinonun vişneçürüğü rengindeki gözlerine doğrudan bakarken basılmanın verdiği şokla kalakalmıştı. Ne yapacağı hakkında hiçbir fikri yoktu, beyni boşalmış gibiydi.

Albino ise durumun farkında olamayacak kadar uyku sersemiydi. Baktığı şeyin ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Etraf çok karanlıktı. Hiçbir şey göremiyordu. Dahası lenslerini bile takmamıştı fakat orada, dikilen ve doğrudan kendisine bakan şeyin varlığını elbette hissetmişti.

Gözlerini kısıp neler olduğunu kavramaya çalışırken korkuyla sordu: “Orada biri mi var?”

İşte bu ses pelerinlinin tüm buzlarını çözdü.

Fotoğrafı komodinin üstüne doğru savurduğu gibi aralık kapıdan hızla çıktı. Albino, yabancı odadan çıkarken sadece onun savrulan siyah pelerinini fark edebilmişti.

Gece yarısı evinde bir şey gördüğünden dolayı genç adamın ödü kopabilirdi belki... Tabii o şey kendisinden kaçıyor olmasaydı.

Yatağından fırladığı gibi yabancının arkasından “Hey!” diye seslendi ve koşar adım o da odadan çıktı. Sürekli görebildiği ve takip edebildiği tek şey yabancının her köşe dönüşünde savrulan peleriniydi. Pelerinlinin dış kapıdan çıktığını duyduğu an, az önce gördüğü şeyin hayal olmadığını anlamıştı. Koşarak sonunda kendisi de kapıya vardı ve soluk soluğa bir hâlde hızla sağına soluna bakındı ama bu kez hiçbir şey yoktu. Ne bir insan ne de başka bir canlı…

Görebildikleri sadece ileride, evinden biraz uzakta, sıra sıra dizili evler ve büyük toprak duvarlar; duyabildiği tek ses dev havalandırıcıların gürültülü işleyişi ve bu kez varlığını hissedebildiği tek şeyse havalandırmaların üflediği yüzünü yalayan ılık esintiydi. Hepsi bu.

Kimsecikler yoktu.

Kapıda dikildiği birkaç dakikanın ardından içeri geri girip kapıyı örttü, alnını kapıya yasladı ve gözlerini kapattı. Yüzünde huzursuz bir ifade vardı.

“Bu kez hayal etmedim.” dedi kendiyle konuşur gibi. “Hayır, bu kez değil.”

”

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Yer Altı EsrarlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin