1. Bölüm

1.2K 15 27
                                    

Hava sıcak, hem de çok sıcaktı. Gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu. Yıldızlar ve ay ışık saçarak geceyi aydınlatıyordu. Ateşböcekleri havada uçuşuyor, ormanda kurtlar uluyor, evcil köpekler çadırların başında havlıyor ve zaman zaman ulumalarıyla ormandaki kurtlara cevap veriyorlardı. Obanın en ortasında, büyük bey çadırının tam karşısında dev bir ateş yakılmış ve etrafında gençler, yaşlılar, kadınlar ve çocuklar toplanmışlardı. Uzun beyaz ve düz saçları ve uzun beyaz bir sakalı olan uzun boylu ve zayıf bir yaşlı adam kopuzu eline almış şiir okuyordu.

Yaşlı adam şiiri bitirdikten sonra bir alkış tufanı koptu ve ardından genç bir kadın savaşçı, "bize Hun Kızı'nın hikayesini anlat ulu şaman Kiok!"

Kiok, gülümsedi ve dinleyenlerinin gözlerinin içine baktı. "Hepinizin bunu istediğini görebiliyorum." dedi.

"Bundan dolayı size Hun Kızı'nın hikayesini anlatacağım. Obamız henüz kurulmamışken, çok kan aktı, çok canlar yitip gitti. Erlerimiz çok can aldı çok can verdi fakat can alanlardan birisi er değildi. Bu hatun çok bilgeydi. İyi kılıç kullanır, iyi ok salardı. İşte bu hatunun hikayesi şöyle başladı."

Adam, derin bir nefes aldı ve inleyerek ayağa kalkmaya çalıştı ama yapamadı. Her yeri gördüğü işkencelerden ötürü yara bere içerisindeydi. Güçten düşmüştü. Kalkacak dermanı kalmamış, hatta ve hatta yaşayacak dermanı da tükenmeye yüz tutmuştu.

"Bırak artıkonu! Görmüyor musun? Böyle devam ederse ölecek."

Uzun boylu ve ince adam sırıttı. Çekik kahverengi gözlü, uzun siyah ve düz saçlı, uzun keçi sakallı bir Çinliydi.

Çinli, karşısındaki kadın baktı ve yere tükürerek "merak etme!" dedi.

"Siz domuz Türklere hiçbir şey olmaz. Siz kurbağalar ne yaparsak yapalım bir türlü ölmek bilmiyorsunuz."

Çinli, kadının konuşmasına izin vermedi ve ağzını bağladıktan sonra onu uzun uzun süzdü.

Kadın; uzun boylu, uzun ve hafifçe ince bacaklı, geniş kalçalı ve iri göğüslü, beyaz tenli bir kadındı. Sarı ve uzun dalgalı saçları, uzun bir boynu, uzun bir yüzü, uzun ve büyük burnu, mavi ve küçük gözleri bulunuyordu.

"Bunu Yüce İmparator'a götürün! Eminim çok beğenecektir."

İki Çinli asker bir ağızdan "emredersiniz komutan Li." dediler ve yerde yatan kadını kaldırdılar.

Kadın, ikisinin ellerinden kurtulmaya çalıştı fakat hem ayakları hem elleri bağlıydı. Debeleniyor ama karşı koyamıyordu. En sonunda sessiz, hareketsiz kalmaya ve fırsat kollamaya karar verdi zira şimdi karşı koymaya çalışmasının bir anlamı olmayacağını anlamıştı. "Beni nereye götürüyorsunuz?" diye sordu. Yalvarırcasına bir yüz ifadesi vardı şimdi.

"Topraklarımıza. Sizin işgal etmek istediğiniz yere. Nereye olacak?"

Kadın, Çin İmparatorluğu'na giden yolları avucunun içi gibi biliyordu. Yolda kaçabileceği, ellerinden kurtulabileceği planlar tasarlamaya koyuldu ve sessizce, itaat ederek yürümeye başladı ama aynı zamanda sorular sormaya devam etmeye de kararlıydı. "Elim armut toplamayacak!" diye söyleniyordu içinden.

"Tarkan'ı nereye götürüyorsunuz?"

"O buradaki hapishanede kalacak. Şimdi yürü!"

"Adın ne senin?"

Kadın, diğer Çinli'ye döndü ve gözlerinin içine baktı. Ona yanıt vermeme gibi bir durumu olmadığını biliyordu. Yanıt vermezse sıkıştırılacağında, tartaklanacağından adı gibi emindi. Bundan dolayı "Alaltın." diye yanıt verdi. Yürüyüşünü askerin uyarısıyla hızlandırdı. Hatta o kadar hızlandırdı ki askerler onun hızına yetişemediler ve yavaşlamasını söylediler.

Hun Kızı (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin