2. Bölüm

613 9 23
                                    

Alaltın, Komutan Li'yi ellerini bağladığı iple sürükleyerek Barutay'a götürdü.

"Beyim bu Çinli köpek bir devriye komutanı. Çinlilerden bu rehine karşılığında bir şeyler isteyebiliriz."

Barutay, başını sessiz ve ağırbaşlı bir şekilde aşağı yukarı sallayarak Li'ye baktı. Omzunda, yüzünde ve bacaklarında yaralar olduğunu gördü.

"O zaman şunun yaralarına bakın da ölüp gitmesin."

Bir hekim, "buyruğundur beyim." diye yanıt verdikten sonra Komutan Li'ninin omzundaki yarayla ilgilendi ilk önce ve sonra bacağını sardı. En son ise yüzündeki yarayı iyileştirmek için harekete geçti. Hekim, Komutan Li'nin yüzündeki kanları temizledikten sonra Barutay "bu kadar yeter." diyerek hekime çekilebileceğini işaret etti.

Hekim çekildi ve Barutay, Li'ye ağır adımlarla ve sırıtarak yaklaştı. Yüzüne iğrenerek baktı. Ardından tekrar sırıttı.

"Sen bizi esir yapmak istemiştin, köle olarak kullanabileceğini sanmıştın. Bak! Şimdi sen esirsin."

Li sessizdi. Her şeyi alınmış, hiçbir şeyi kalmamıştı. Konuşmaya da cesareti yoktu. Duygusal açıdan paramparçaydı. Çaresizdi. Bir süre sonra kendisini topladı ve konuşma gücüne erişti.

"Ne isterseniz yaparım. Lütfen beni öldürmeyin!"

Barutay, güldü ve "korkma!" dedi.

"Biz esirlerimize kötü muamelede bulunmayız."

Li, ellerini birbirine kavuşturdu ve diz çöktükten sonra kekeleyerek teşekkür etti. Diz üstünde ilerledi ve Barutay'a baktı. Ona yaltaklanmaya başladı. Bu yaltaklanma mecburiyetten başka bir şey değildi. Her şey bir planın parçasıydı. Kaçma yahut ölme planının. Türklerin elinde esir olmak istemiyordu. Buna bir saniye sabrı bile yoktu fakat bu niyetini belli etmedi. Canı bağışlanmış birisinin şükran taklidini yapmaya başladı. Aslında taklit yapmasa da gerçekten minnet duysa kendisine hiçbir şey yapılmayacak, başına kötü olaylar gelmeyecekti.

"Size minnettarım. Hayatımı bağışladınız."

"Hayatını keyfime göre bağışlamadım. Türk töresi gereği bunu yaptım ve..."

Barutay sözlerini noktalandıramadı. Kesik esik hırladı ve dizlerinin üzerine çöktü. Ellerini karnına götürdü. Elleri karnından akan kanla ıslandı ve bu sefer kan, bir ikinci hançer darbesiyle gırtlağından fışkırmaya başladı ve Barutay refleks olarak boğazını tuttu ama bu refleks, ölümünü anlayan bir bedenin nafile çabasıydı. O'nun etrafında bir kan göleti oluşmuş ve Li'den de kanlar akmaya başlamıştı. İki kolu ve iki bacağı da Alaltın tarafından kesilmiş, son olarak kafası da toprağa düşmüştü. Sabredememiş, hançerini çıkarmış ve Barutay'a bir saldırı düzenlemişti. Bu saldırı yersizdi. Plan yapmadan bir saldırıda bulunup büyük bir hata yapmış ve bu hatanın bedelini canıyla ödemişti. Uzuvları bedeninden çok hızlı bir şekilde koparılmıştı.

Her ne kadar Li paramparça edilerek öldürülmüş olsa da erler bu saldırıya hazırlıksız yakalanmışlar ve büyük bir şoka uğramışlardı.

Alaltın da Li'ye hamle yapmakta geç kalmış, erler kadar şaşırmış ama onlardan daha çabuk reaksiyon göstermişti.

Alaltın, Barutay'ın başucunda diz çöktü ve başını kaldırdı. Öldüğü çok net bir şekilde belliydi, ayan beyan ortadaydı ama Alaltın bunu kabul etmek istemiyordu. Gözyaşları toprağa düşüyor, kanla karışıyordu. O'nu kurtarmaya çalışıyor, yaralarını sarmak istiyordu ama nereden başlayacağını bilemiyordu üzüntüden.

"Sen beni korudun ama ben seni koruyamadım ağabey. Yanında olmadım, uzak kaldım senden, Sana kendimi siper edemedim. Durduramadım o köpeği."

Alaltın, yavaş yavaş Barutay'ın öldüğünü kabullendi ve açık kalan gözlerini yavaşça kapattı. Ayağa kalktı ve Alpagut'a bakarak "şimdi ne yapacağız?" diye sordu.

Hun Kızı (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin