Mediada Güneş'in, odasının duvarlarına yaptığı çizimlerin bir bölümü var (:
Aylardan Ekim...
Günlerden yorgun bir cumartesi...Sonbahar tüm asilliğiyle gülümserken uzun yıllar boyunca eğitim alan dört astronot ve çeşitli araştırmaları yapabilmek için beraberinde dokuz mühendisle ilk Türk uzay gemisi A1114'ün fırlatılmasına günler kalmış, tüm Türkiye nefesini tutmuş, bekliyordu.
Bu uzay istasyonu diğerlerinin aksine daha donanımlı ve insanların biraz da rahat edebilmesi üzerine tasarlanmıştı. Kapsamlı bir araştırma yapacak olan bu grubun iki yıl orada kalması bekleniyordu. Ama bu durum daha da uzayabileceğinden idareli kullanılırsa on yıl boyunca yemek ihtiyaçlarını karşılayacak erzak da beraberlerinde gidecekti.
Dünya için küçük bizim için büyük olan bu adımı kutlamak için Türk Uzay Federasyonu'nun düzenlediği yemeğe ailecek katılacaktık. Babam diğer üç astronot arkadaşı ve aileleriyle tanışıp kaynaşmamızı istiyordu. Daha önceki zamanlarda ara ara karşılaşsak da bugün ilk kez hep beraber vakit geçirecektik.
Yemek, özellikle Türk Uzay Araştırma Merkezi'nde düzenlendiğinden babamın çalışma ortamını yakından göreceğim için bir sevinç vardı içimde. Buruk bir sevinç...
Vardığımızda babamın arkadaşlarından ilk tanıştığımız kişi Akif Sayar ve ailesiydi. Yonca adında, benden bir yaş küçük, sarışın, yeşil gözlü bir kızları bir de Kerem adında, sarışın, kahverengi saçlı daha sekiz yaşında bir oğulları vardı. Ardından Ali Aksoy adında diğer arkadaşı ile tanıştık. Onun da Berk adında benden iki yaş büyük, uzun boylu, esmer bir oğlu vardı sadece. Diğer arkadaşlarının da yemeğe gelmesini beklerken hem sohbet ediyor hem de mühendislerle tanışmaya çalışıyorduk. Onlar ailelerini çağırmamıştı ne yazık ki.
Sohbet koyu bir hal aldığında fotoğraflardan hatırladığım Davut Güler ve ailesiyle beraber içeri girdi. Babam, Ufuk'un Davut amcanın öz evladı, Eylül'ün ise Seyhan teyzenin öz evladı olduğunu söylemiş, konuşurken dikkatli davranmam için tembihlemişti.
Onlar da masaya yerleştikten sonra yemek servisi yapılmaya başlamış, biz kızlar ise çoktan ortamı kurmuştuk. Biz hararetli bir şekilde konuşurken bir yandan da Ufuk'la Berk bize laf atmaktan çekinmiyordu.
"İsterseniz gemiyi hep beraber gezebilirsiniz?" dedi federasyon görevlilerinden biri yanımıza gelip.
Bu teklif üzerine hepimiz çok sevinip hemen ayaklandık ve geminin yanına doğru ilerlemeye başladık. Geminin kapısı açıldığında astronotlar, mühendisler ve biz davetliler teker teker içeri girip ilerlemeye başladığımızda kapı birden kapandı ve ardından tüylerimizi diken diken eden o ses duyuldu: "FIRLATILMAYA SON 20 SANİYE"
'Ne demek firlitilmiyi sin yirmi siniyi? Kafayı mı yedin sen? Neler dönüyor burada?' diye içimdeki sesle tartışırken babam ve ekipteki diğer kişiler çoktan koşuşturmaya başlamıştı. Bazıları birbirini sakinleştirmeye çalışıyor, bazılarıysa kontrol paneline gidip bu yanlış fırlatılmayı durdurmak için bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Bu arada gemi de bir yandan hareketlenmeye başlamıştı. Artık fırlatılmamıza çok az bir zaman kaldığını anlamıştım ama neden başımıza böyle bir şeyin geldiğini bir türlü aklım ermiyordu.
"FIRLATILMAYA SON 10 SANİYE"
'Gene konuşmuştu o ses. He tamam anladık fırlatılacağız ama iki ayağımızı bir pabuca sokmazsan olmaz mı canım? Geriliyorum burada. Fazla stres insanı yaşlandırır ve bu genç yaşımda kırışmamı istemeyiz değil mi?' Dalıp gittiğim iç dünyamdan babamın koluma yapışan eli çekip çıkarmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ERIDANUS
Science Fiction"Fırlatılma nedeni bilinmeyen bir uzay gemisi, bir arada yaşamaya mahkum kalmış dört aile ve uzay istasyonunda beraber geçirilen beş yıl..."