22 Ocak 2016
Park Jimin, sevdiceği olan Min Yoongi ile okul sonrası projeler için kendi öğrenci evlerinde buluşmak amaçlı eve erkenden gitmiş, duşunu almıştı. Bir gün bu heyecanı onun sonu olacaktı.
Evde koşuşturmuş, bir yer dağınıksa hemen düzeltmişti. Duvarda bulunan çerçeve yamuksa onu halletmiş, düzgünse bile düzelttiğini zannederek yamultmuştu. Aynadan üstüne defalarca bakmış, emin olamayarak sürekli saçlarını karıştırmıştı. Sonradan yeniden panik olarak saçlarını düzeltmeye girimişti. Bu neredeyse defalarca olmuştu...
Kendini ona beğendirmek istiyordu fakat yetersiz hissediyordu. Bazen onun da kendisinden hoşlandığını düşünüyordu ancak sonradan bu fikrin çok saçma olduğunu varsayarak geri vazgeçiyordu.
Park Jimin zayıflamıştı, haddinden fazla zayıflamıştı çünkü onun kendisini sevmesini istiyordu ama böyle neden güzel değildi? Üstündeki mavi gömleğinin içinde neden çirkin duruyordu? Peki ya gözleri? Onların altı neden morarmıştı? Oysa daha yeni maske yapmıştı. Jimin ağlamak istemişti, çünkü yetersizdi. Eğer yeterince güzel değilse Yoongi onu neden sevsin ki?
Zilin çalma sesiyle beraber düşüncelerinden sıyrılmış, koşarak kapıya gitmişti. Defalarca kontrol ettiği üstünü ve saçını bu sefer umursayamamıştı bile...
Kapıyı açar açmaz karşısında gördüğü siyah saçlı çocuk yüzünden dizleri titremeye başlamıştı. Duvara yaslı olmasa çoktan düşeceğini biliyordu. Yutkunup gözlerinin içine bakan çocuğun içeri geçmesi amaçlı hafifçe kenara çekilmişti. Çok heyecan yapmıştı ancak Yoongi ile aylardır arkadaşlardı ve bu sayede kendini kontrol edebilmişti.
İçeri geçen Yoongi montunu çıkarırken havanın aşırı soğuk olmasından dolayı söylenmiş, sıcağı özlediğini söyleyerek hayıflanmıştı. Jimin ise onun kızarmış burnunu öpme isteğiyle dolarken dediklerini dinliyormuş gibi gözükmeye çalışıyordu.
Uzaktan sevmek onun yüreği için çok ağırdı.
Derin bir nefes vererek ona su getirmek amaçlı mutfağa gitmiş, bardağa doldurduğu suyu alarak yeniden yanına giderek ona uzatmıştı.
"Susadığımı anlaman... Jimin sen gerçekten eşimin ruhusun."
Jimin dediğine gülerken tekleyen kalbini düşünmek istemedi.
"Eşimin ruhu? Ruhumun eşi demek istedin sanırım."
Yoongi suyu içtikten sonra kafasını iki yana sallamış, bardağı bir kenara bırakmıştı.
"Hayır, eşimin ruhu."
Jimin onun ne demek istediğini anlamamıştı, herhalde kendisi ile dalga geçmişti. Yoongi'nin bıraktığı bardağın dibinde bulunan minik su damlacıklarından yararlanarak bardağın iç kısmını ona doğru sallamış, damlacıkların üstüne gitmesini sağlamıştı. Hemen ardından ise kaçmıştı. Arkasından geldiğini bildiği Yoongi ise onun aksine koşmadan takip etmiş, neredeyse ona yetişmişti.
Jimin rasgtele bir odaya kaçıp kapıyı kapatacağı sırada Yoongi, yapacağı hareketi öngörerek ayağını koymuş ve engellemişti. Jimin onun canının acıyıp acımadığını düşünürken Yoongi aklından geçen bu soruya yanıt verircesine sağlam adımlarla üstüne doğru yürümüştü.
Gülüşünü saklamadan sırıtırken kaburgalarını yaracak olan kalbi normal ritmine dönememişti bir türlü. Jimin bayılırsa sebebi karşısındaki herif olacaktı.
"Hey, ne yapacaksın?"
Yoongi adım adım Jimin'e yaklaşırken onu yakalayınca ne yapabileceği hakkında tek bir fikri bile yoktu. Yani ne yapardı en fazla? Karşısında duran sarışına en küçük bir zarar bile veremezdi, aklından bile geçmemişti ki. Hem onunla yaşadığı bu kovalama durumlarını haddinden fazla seviyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fourth Of July // Yoonmin √
FanfictionTarih 4 temmuzu her gösterdiğinde Min Yoongi zamanı geriye almak istiyordu.