you're so far away

422 43 44
                                    

karanlık.

kapkaranlık.

saat sesleri, zamanımın dolduğuna işaret ediyor gibi.

yetişemedim,

zamana yetişemedim.

hayallerime

hayır.

hayallerinize.

-

gecenin bir vakti yatağımdan dehşete düşmüş şekilde uyandım. stresten dolayı terlemiştim ve refleksen yorganı avuçlarım arasına almıştım.

gözlerim korkuyla büyüdü. arkada bırakılan, hayal kırıklığı olan karanlık. şüphesiz eserini beğenmişti.

derin derin nefesler alıp vermeye başladım. yine kendimi suçladığım rüyalar görüyordum. kendimi ne kadar aksine inandırmaya çalışsam da geçmiş, bana karşı gelerek kendini her seferinde daha acılı biçimde anımsatıyordu.

zihnimle boy ölçüşemiyordum.

yatağımda yavaşça doğruldum ve komidinin üzerindeki lambayı yakıp şişedeki suyumu yudumladım. ortamın aydınlanması ve su içmiş olmam beni biraz daha rahatlatsa da bir daha uykuya dalmak istemiyordum.

ya tekrar aynı rüyayı görürsem? ve uyanamazsam.

aklım karmakarışıktı. duvarlar üstüme üstüme geliyor gibi hissettiğim anda bir hışımla yatağımdan kalktım.

ahşap dolabın karşısına geçip üzerime alelacele giyecek bir kaç parça kıyafet çıkarttıktan sonra aynada dağılmış saçlarımı düzelttim.

yatağa dönüp çıkardığım kıyafetleri hızlıca giyindim. kafamı toplamak için biraz hava alacaktım.

-

kapımdan çıktıktan sonra kilitledim ve anahtarımı cebime koydum. zaten ezbere bildiğim şehir sokaklarını gezmek farklı bir keyif vermiyordu.

gece saatlerinde şehir dışına çıkmak da benim gibi visionu olmayan kişiler için oldukça tehlikeliydi ve şu an yaralanmayı göze alamazdım.

bir kaç gece lambasıyla aydınlatılmış, satıcı tezgahları ve tentelerle renklenmiş, taştan yolda gözlerim kapalı şekilde yavaşça yürüyordum.

bir yandan aldığım her nefesin farkında olmaya çalışıyor ve sakinleşmek için bir yol arıyordum.

şehir içerisinde en sakinleştirici bulduğum yere doğru yol almaya başladım. bir sürü taştan merdiveni aştıktan sonra sonunda büyük barbatos heykelinin bulunduğu, mond'un kalbine ulaşmıştım.

amacıma ulaşmanın ve yorulmuş olmamın nedeniyle bir nefes verdim. bir yandan heykele bakıp gördüğüm her sefer beni büyüleyen işçiliğini överken, bir yandan da tam ilerisinde olan taştan çitlere doğru yürüyordum.

vardığımda ne kadar soğuk olduğunu bilsem de oturma ve biraz soluklanma kararı aldım. dönen kocaman rüzgar gülleri, ahşap kahverengi binaların bir ucundan diğer ucuna çekilmiş ipli süslemeler, taştan zeminler ve merdivenler... hepsi bir uyum içerisindeydi. tüm şehir ayaklarımın altında gibi hissediyordum.

istemsizce gülümsedim.

içim gece soğuğuyla beraber titrerken, rüzgarla beraber önümden kayıp geçen sonbahar yapraklarına baktım.

yaprağın önümden kaymasıyla beraber arkasındaki kırmızı alevler görüş alanıma girmişti. dikkatimi yoğunlaştırıp baktığımda ise alevlerin bir abyss canavarını sardığını ve onu kül ettiğini gördüm.

yavaş yavaş yok olan canavar, acısından ne kadar ağzını açsa da ses çıkaramıyor gibiydi. alevler onu yiyip bitirirken her saniye daha da büyüyorlardı.

gördüğüm karşısında soluğum kesildiği an ateşin kaynağını takip ettiğim zaman daha da şaşırmama engel olamadım.

gerçekliğine inanamadığımdan dolayı gözlerimi açıp kapadım. geçen gün göle resim yapmaya gittiğimde karşılaştığım yabancıya çok benziyordu.

uzaklıktan dolayı tam seçememiş olduğumu düşünsem de, kırmızı uzun at kuyruğu saçı ve gecenin karanlığına bürünmüş kıyafeti aynı kişi olduğunu kanıtlar nitelikteydi.

dikkat kesilip izlemeye devam ettim.

canavar, alevlerin büyümesiyle beraber tamamen yok olmuştu. böyle bir şeyi görmenin verdiği şokla beraber yüzüm iğrenmiş bir hal almıştı.

bu kişi neden bu canavarı öldürüyordu? o kimdi? işi miydi bu?

ve nasıl bu kadar güçlüydü?

kafamdaki bir ton cevabı olmayan soruyla beraber kaşlarımı çattım.

kırmızı kişi, az önce küle çevirdiği canavara baktığında yüzünü huzursuzmuş gibi bir ifade kapladı. bir elini diğer elinin bileğine götürüp eldivenini aşağı doğru çekiştirdi ve yakınındaki binanın arka kısmına doğru yürüdü.

fazla ciddi ve ifadesizdi.

çok geçmeden binanın arkasından koşarak çıktı ve şehir duvarından atlayarak uzaklaştı.

kafamı oyalacayak bir şeyler bulduğum için sevinmeli miydim yoksa görmemem gereken bir şey görmüş gibi hissettiğim için saklanmalı mıydım? bilmiyorum.

fakat bu akşam yaşanan olayın o kişiye karşı olan merakımı körüklediği kesindi. kafamda iyi birisi olup olmadığına dair soru işaretleri de oluşmuştu.

onunla yüzleşmek sağlıklı olur muydu? bilerek kaçınmalı mıydım?

beni bulmak isterse bulurdu zaten ama onunla iletişim kurmak da istiyordum. çoğu zaman yaptığım gibi akışına bırakmak en iyisi olacaktı sanırım.

yine de garip şekilde bu son karşılaşmamız olmayacak gibi hissetmiştim.

-merhabaa! bugünlerde ilhamımın fazlalığından dolayı çok geçmeden yeni bölümü yazmak istedim. umarım hoşunuza gitmiştir. fikirleriniz için yorum bırakmayı unutmayın <33.

iyi günler/geceler dilerim !!

-akira

edit-1: 10/08/2022

view's blessing | dilucHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin