appealing offer

279 33 19
                                    

"off"

kendimi good hunter'ın ahşap sandalyesine sertçe bırakırken vücudumdaki tüm yorgunluğun bu 'of' ile çıkabilmesini dilemiştim. sakin bir sabah geçirmek bundan sonra nadir olacaktı muhtemelen, önümdeki hali benden de beter olan çocuğa baktım. yardım edebilmiştim en azından. bir dahakine etrafta su bulacak kadar şanslı olmayabilirim diye düşündüm. o an dövüşmeyi öğrenmeyi aklıma kazıdım.

karşımdaki çocuğun da benimle aynı şekilde kendini bırakması üzerinden bir kaç dakika geçmişti, elini alnına atmış kafası arkadaydı.

"hey"

ağır ağır kafasını kaldırdı ve yeşil gözleri yarı açık, hala nefesini toparlamaya çalışırken bana baktı.

"yaralandın mı bir yerinden?"

başını iyi yana salladı ve kafasını bu sefer de masaya koydu. etraftaki insanlar bize bakıp bu kadar yorulmak için ne yaptığımızı sorguluyorlardı sanki.

gözlerim hafif açıkken ben de kendimi toparlanmak için geriye bırakmış, sandalyeyle bir olmuştum adeta. masamıza inen siyah eldivenli eli gördükten sonra gelen bakışların nedenini kavramıştım.

"bir sıkıntı mı var?"

gözlerimi açık tutmak istercesine kırpıştırıp kişinin yüzüne baktım. uzun lacivert saçların omuzlardan dökülen halini gördüğümde kaeya olduğunu anlamam zor olmadı, şahsına özel bir görünümü vardı. diğerlerinden farklı olduğundan kim olduğu çabuk anlaşılıyordu.

"fısıltı ormanı'nda iki mitachurl ile karşılaşmıştım"

çocuk benim yerime cevap vererek beni konuşmaktan kurtardı. demek büyük türde olanlarına 'mitachurl' deniyormuş, her gün yeni bilgi.

"size bir şey olmadı, değil mi?"

gözleri ikimiz arasında gidip geldi bir yerde yara arar gibi. eli de çenesindeydi.

"bu abla zamanında gelip beni kurtarmasa olabilirdi, ona borçlandım"

kaeya hayretle karışık övgülü bakışlarını bana çevirdi.

"vay vay"

"eldekini kullanmak gerek tabii"

kendisinin de sahip olduğu cryo visionuma bakarak sırıttı.

"artık daha da ortak yönümüz var"

sevimli bir şey söylemiş gibi tebessüm etti. onun ağzından ne çıksa sesiyle mi alakalıydı anlamıyorum fakat şüpheli geliyor, yine de güven hissini verebilen birisiydi. 'tuhaf' diye düşünerek geçiştirici bir cevap verdim.

"ya işte öyle, denk geldim"

başka işi yokmuş gibi bir sandalye de kendine çekip masaya oturdu. yanımızda yapacak ne bulmuş olabilir derken kaeya olduğunu unuttum bu kişinin.

"nasıl aldın?"

onun sorusundan diğerlerine yaptığım gibi kaçamayacağımı biliyordum. elleri masada birbirlerine kenetlenmiş şekilde dinlemeye hazır gözükmesi ve mavi gözlerini ilgiyle açışı da bunu kesinleştirdi.

"ondan önce,"

masadan destek alarak ayağa kalktım ve elimle dükkanı işaret ettim.

"bize su alayım, sen bir şey içer misin?"

"ağzıma mondstadt şarabından başka bir şey sürmüyorum" dedi her zamanki oyuncu tavrıyla.

"daha azı beklenilemezdi, işte kaeya" sahte olduğu belli olan gülümsememle şakasına eşlik ettim.

-

saat öğleden sonraya varmıştı bile, kısaca neler yaşandığını anlattıktan sonra sohbet etmeye devam etmiştik. bir kaç saat olmuştu sanırım ama ikisinin de sohbetinden sıkılmamıştım. kaeya, adını daha az önce öğrenmeyi akıl ettiğim bennet adlı çocukla uğraşıyor onu çileden çıkarıyordu. ben de resmen benim için hazırlanmış bu gösteriyle eğleniyordum.

böyle sıcak bir ortamı angel's share'da o akşam da tatmıştım. çok küçükken fontaine'de akşamın bi' saati evlerimizden kaçıp, gölün etrafında yaptığımız 'toplantılar' geldi aklıma. tek çocuk olduğumdan dolayı evonne'u kardeşim gibi biliyordum. onun cesaretinin arkasına saklanarak, kapıdan gizlice sızardım.

sıcak ve bir o kadar da toy olan minik benin anıları gülümsetti. "insan nereye gitse kendine bir ortam yaratıyor" diye düşündüm. ister fontaine'de olsun, ister mondstadt'da.

bir kaç dakika sonra artık konuşacak farklı konumuz kalmadığından bu gün olanları başa sarmaya başladık.

"ormana çok rastgele yolum düştü, aslında baya şanslı birisin bakılırsa"

kollarımı göğsümde kenetlemiş bacak bacak üzerine atmış şekilde rahatlığımı korurken, geçen sohbetlerde ne kadar şanssız olduğunu üstüne basa basa dile getirmiş bennet'i rahatlatmaya çalışırmışcasına aklıma geleni söyledim.

kaeya gözlerini açtı ve kafasını bir kaç kez sallayarak mantıklı olduğumu düşündüğünü belli etti.

"bir yandan şanslı olabilirim ama-"

ellerini yumruk yapıp hafifçe masaya vurdu ve başını eğdi.

"yüzde yirmibeş şanslıysam yüzde yetmişbeş de şanssızım şu hayatta, ama olsun"

kafasını kaldırdı ve dalga geçermişcesine kocaman gülümsemesini takındı. hayat böyleydi işte, her zaman ciddiye alınmamalıydı. o an, bu oğlanın yaşamıyla barışık olması bana ilham verdi. hani biriyle tanışıp tavırlarından ve söylediklerinden etkilenip hayata karşı bakış açınızı değiştirmeyi istemeniz üzerine bir hissiyat oluşur ya gövdenizde, kalbiniz yeni yeşeren umutlar ile çarpar, bana bunu hissettirmişti bu gülümseme ve sözler.

"ayrıca yaptığın çok cesurcaydı, bağırışımın kimseyi çekeceğini düşünmemiştim ben"

önündeki artık yemediğinden kendi kendini bitirmeye yüz tutmuş salataya bir kaşık daldırdı.

"aslında bir fikrim var,"

cevap vermeye hazırlanırken, kaeya'nın konuşmasıyla aklımda düzenlediğim cümleleri bir kenara bırakarak ona odaklandım.

komik bir anda lafa girmediği için saçma bir şey söylemeyeceğini umarak sordum.

"ne fikriymiş o?"

bizim konuşmaya başladığımızı gören bennet ise bir yandan bizi dinleyerek salatasını yemeğe devam ediyordu.

"madem böyle bir lütufa sahipsin,"

sandalyesinde dikleşip dirseğini masaya koydu ve eliyle çenesini kavradı. ciddi olan bakışları, içimde beni ikna etmek ister gibi bir hava uyandırıyordu.

"şövalyelere katıl ve gücünü iyilik için kullan."

kaşlarımı hafifçe çattım. şövalyeler? ben? bunun için fazla toyum diye düşündüm. çalışabilirdim ama yıllar alırdı yeteneklerime âşina olabilmek. daha visionumu alalı doğru düzgün bir hafta bile olmamışken bunu düşünmek çok ütopik gelmişti. gerçekten seviyemin üzerinde bir şeydi, en azından şu anlık. tabiki iyilik için kullanmak istiyordum gücümü, bu da teklifi reddetmemi zorlaştırıyordu.

bir süre cevap vermedim, kaeya konuşmasının can alıcı kısmını yapmış gibi arkasına geri yaslandı. bennet'in ve kaeya'nın bakışlarını üzerimde hissediyordum. ellerimle oynarken bir yandan düşüncelere dalmıştım.

"artık reklam da mı veriyorsun?"

üzerime bir gölge çöktü.
bu tanıdık, nazik ve pürüzsüz ses yabancı şekilde sinirli çıkıyordu.

başımı kaldırdım,

diluc.

ilham olmadı mı olmuyor yapacak bir şey yok. mental saglıksızlık hat safhaOWĞQMXÖSDĞELD

umarım keyif almışsınızdır.

iyi günler/geceler dilerimm♡

view's blessing | dilucHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin