içim soğukla titrerken karşımdaki gözlere benimkileri dikmiştim. kirpiği bile oynamıyor, yüzünde korku ve dehşet aynı anda kendini gösteriyordu. bana uzanmış olan elini tutmak, ısıtmak, daha öncesinde olduğumuz yere, sıcak ve güvenli bara dönmek üzere anın bitmesini diliyordum. "iyiyiz artık" demek istiyor, endişesini kovmak için ne yapacağımı düşünüyordum.
bunun yolu önce bu durumdan kurtulmayı gerektirse de nasıl yapacağım hakkında fikrim olmadan, ona uzattığım ama yaklaşamayan elime bakıyordum. elim bariyerin soğuk yüzeyinden kayıp gidiyordu.
birisi tarafından korunmuş muydum? anlamamıştım. bir anda kendimi böyle karmaşık bi durumun içerisinde buluvermiştim. etrafıma bakınıp duruyordum ama bir şeyler değişiyor ve zaman akıyor gibi görünmüyordu.
korkunçtu, durağanlık. kapkaranlık uzayda yalnız olmak gibi, soğuk elini uzatıp şömine ateşinde ısıtamamak gibi, düşlerimden birinde tıkılı kalmış gibi hissediyordum. hiçbir şey yerinden oynamıyordu. bense etrafıma bakınıp duvara yumruklar savuruyordum, ancak ne canım yanıyordu ne de bir etkisi vardı.
fakat bir anda elimin duvarı geçip gittiğini hissettim. sanki bilincim kapanmış da şimdi düzgün düşünebiliyormuşum gibi, hayal dünyamdan çıkıp gerçekliğin ortasına, canlılığa düşmüş gibi oldum. yere düşmüştüm ve zaman tekrar akıyordu. sesler, hisler artık vardı.
vücudumu saran buz gibi hissiyattan özgür kılınmıştım.
hızlıca diluc'a döndüm. abyss mage'in buzları onu teğet geçmiş, arkadaki duvara çakılıp kalmıştı.
yüzüne baktığımda ise sırtımdan kollarıma yayılan bir ürkme hissettim, bakışları duvarı delip geçebilecek cinstendi. gözlerini kelimenin tam anlamıyla ateş bürümüştü, ağzı hala şaşkınlıktan hafif aralıktı. bana dahi bakmadan, tekrar bir şeyler yapmak için harekete geçme cüretini kendinde bulmuş abyss mage'i boğazından kavradı.
ellerimden destek alarak kalkmaya çalışıyordum. dizlerimin bağı çözülmüş, vücudumdaki gücü yitirmiştim. üstüne üstlük zaten en başından beri tam ayık olduğum söylenemezdi.
yukarıya bakıp mage'in kül olduğunu görmek istemediğimden dolayı kafamı arkaya döndüm. ayağı kalkacak gücü bulamadığımdan olduğum yerde kalakalmıştım.
baktığım yerdeki dalgınlığımdan çıktım ve görüşüm netleşince diğer mage'in ayağa kalkmaya çalıştığını fark ettim. asasını yerden hızlıca kaptı ve kendini hazırladı.
bir akşamlık bu kadar şey yeter diye düşündüm. durmak bilmiyorlardı ve şu anki güçsüzlüğümden dolayı daha ne yapabilirim bilmiyordum. çare arar gibi etrafa bakındım.birden elimdeki soğuklukla birlikte irkildim.
ellerime baktım. kendini belli edermişcesine parlayan açık mavi mücevher, o an adeta bana göz kırptı.
tereddütsüz şekilde elimi mage'e uzattım.
elimde oluşan bu soğuk his, az öncekiyle aynıydı. sanki yılın tutmuş ilk karına çıplak elimi atmışım gibi yanıyordu elim.
elimden çıkan buzlar, mage'i kısa sürede etkisiz hale getirmişti. inanmıyor halde bakışlarımı ellerime çevirdim. imkansız olsa da ellerimi kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. böyle bir şey yapabilmek, benim gibi bu tür şeyleri yapabilecek kapasite olmadığını düşünen birisi için korkunçtu.
hala olayların tam ayırdında değildim. yine de ne yapabildiğime inanamıyordum, sanırım gerçekten visionum olmuştu. teyit etmek adına ellerim ve kucağımdaki mücevher arasında bakışlarımı gezdiriyordum. kendimi feda ettiğim için miydi? yoksa tanrıların acıması mıydı? nasıl onların lütfunu alabilmiştim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
view's blessing | diluc
Fanficalevler, kırmızı, hep insanları kendisine çeken bir renk olmuştur zaten. yakarlar mı? yoksa ısıtırlar mı? seçim senin. -diluc x reader