saviour

277 34 22
                                    

"işe girdim!!"

kapıyı kırarcasına bir heyecanla açarken gülümsemekten gözlerim kısılmıştı.

"NE?!"

gülümsemem tebessüme döndüğünde aniden birini yumruklamaya hazırlanırmışcasına koltuktan kalkan evonne'a baktım. sanırım biraz korkutmuş olabilirim, ama artık daha hareketli bir hayatım olacaktı. bir o kadar da yorucu, ama bu önemli değil! renkli olacaktı işte, gerisi fark etmez.

"adventurer's guild'de"

evonne'u kollarından tuttum ve sarsmaya başladım.

"maceracıyım!!

ellerimi kollarından ellerine indirdim ve onları da heyecanla sallamaya başladım.

"yani görev falan verecekler!!"

kafası karışmış ama aynı zamanda gülümseyerek bana baktı. ani şekilde haber verdiğim için hala sindiriyor olmalı diye düşündüm. bir anda bağırarak girmese miydim acaba? ya da iş seçimime mi şaşırmıştı?

dudaklarımı birbirine bastırıp büyülttüğüm gözlerimle söyleyeceklerini bekledim.

"hey hey"

ellerimi bıraktı ve kaşlarını hafifçe çatıp elleriyle 'dur' işareti yaptı.

"bi' selam falan verseydin çok ani oldu. hem, tehlikeli bu senin için, ne maceracılığı?"

elimi belimdeki visiona attım.

"yaptım bir şeyler"

öncesinde ne demek istediğimi anlamamış şekilde suratıma baktı. gözleri elimle buluştuğunda ise vereceğini düşündüğüm büyük tepkiyi verdi.

"BU, NE , NERDE, NE ZAMAN, KİMİNLE"

gözleri şaşkınlıktan açılmış, jestleri ve mimikleriyle kafasının karışıklığını ve şaşkınlığını aşırı şekilde belli ediyordu.

"gel gel"

anlatacağım çok şey vardı ne de olsa, benden de fazla sevineceğine emindim. yanımı patpatladım sarı koltuğuna yerleşirken. ağzı yarım açık şekilde o da peşim sıra yanıma oturdu.

.
.
.
.

sabah yürüyüşü yapıyordum. kahvaltıdan sonra güneşli mond sabahını, evimin karanlık duvarları altında ezilip kalmak yerine şehir köprüsünün ilerisinde yürümek ile değerlendirmek istedim.

yolda bir çocuğun kuşlarını ürküttüğüm için ufak bir sorun yaşasam da nihayetinde köprüyü geçtim. ayağımı yere bastığım anda uçmaları benim suçumdu sanki, ödlekler.

elimi belimden kıyafetime bağladığım visionuma attım ve elimde oynamaya başladım. savaşmak dışında can sıkıntısına da iyi geliyordu, inkâr etmiyorum. ilk zamandan sonra kullanmama gerek kalmadığı için mutluyum bile denebilir, tekrar tehlikeli bir durumda kalmak istemezdim. evdeki suyu dondurma denemelerim bana yeterliydi.

önümde basılmaktan seyrekleşmiş çimenlerin kendini toprağa bıraktığı bir patika, sağımda windrise, kahraman vanessa'nın simgesi olan o görkemli ağaç, solumda ise sık ağaçların bulunduğu yemyeşil bir orman vardı. ormanın güzel yeşilliğine ağaçların dibinde yetişmiş mavi, parlak, lambaya benzeyen çiçekler eşlik ediyordu. mavisinin güzelliği gözümü öylesine esir almıştı ki, gölün kenarından renk renk balıkları ve mond'un taştan mimarisinin ihtişamını izleyerek ormana ilerlemeye başladım.

visionum sayesinde dışarıda daha rahat hissediyordum, özellikle ne yapabildiğimi gördükten sonra. ancak yine de tedbiri her daim elden bırakmamak en iyisiydi. hayatımı kolaylaştıracağını umuyordum ama istemsizce üzerimde oluşan gözleri de hissetmiyor değildim. insanların ilgisini çekmişti tabii, bir kaç kişi sormuştu da. olayın detaylarına girmeyerek geçiştirme cevaplarla idare etmiştim. fakat bundan sonra bununla ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. üzerime bir sorumluluk hissi yüklemişti, sanki gidip de kahraman olmam lazımmış gibi-

"İMDATT"

tanrılar benimle dalga geçiyor bak, cidden.

"UZAKLAŞIN BENDEN"

kafamı dikleştirdim. sesler bir çocuğa ait olmalıydı, ormanın derinliklerinden geliyordu ve sesinin tonu da cidden korkmuş gibiydi. bağırmasını hilichurl sesleri de takip edince ciddiyete bürünüp zaten girişine vardığım ormana dalıverdim. ağaçların yanlarından hızlıca sıyrılarak açıklık bir alana ulaştıktan sonra etrafımı kolaçan ettim.

beyaz saçlı, kılıç tutan bir çocuk arkasındaki iki büyük hilichurl'dan kaçarak bana doğru koşuyordu.

"ABLA YARDIM"

kaşlarım çatık ağzım hafif aralık biçimde her saniye bana daha da yaklaşan çocuğa bakıyordum. kahkaha mı atsam yoksa yardım mı etsem diye geçirdim içimden. bunu düşünürken çoktan yanıma ulaşmış çocuğun hızlıca elini kavrayıp gölün yakınına doğru olacak şekilde koşmaya başladım.

"YAKALAYACAKLAR BİZİ NEREYE GİDİYOSUN?!"

anın gerektirmesiyle ben de bağırıverdim.

"GÜVEN BANA"

sanki başka şansı varmış gibi bir de yöntemlerimi sorguluyordu. peşimiz sıra gelen hilichurllar iyice yaklaşmıştı ama ben de amacımı tamamlamak üzereydim. gölün önünde durdum ve aniden ikisine de avucuma doldurduğum suyu fırlattım.

"NAPIYOR-"

şaşırmalarıyla beraber biraz zaman kazanabilmiştim. ellerime odaklandım ve yapabildiğim en şiddetli soğuğu oluşturarak silahlarını çekmekte olan hilichurlları dondurdum. canlılıklarını yitirmişler gibi kaskatı kesildiler. bunlara alışmam için hala zaman gerekiyordu.

şu an kısa bir süreliğine zararsızlardı ama yakıcı güneş aleyhimize oynuyordu. ağzı açık şekilde bana bakmakta olan çocuğu kolundan tuttum.

"burdan bir an önce gitmemiz lazım"

"t-tabii"

şehir kapısına doğru tüm hızımla koşmaya başladım.

-

ilham çabuk gelmiyor, mükemmel yazmaya çalışmak da zor anlayışınıza sığınıyorum. tatil geldiğinden dolayı kendime ayıramadığım zamanı vermeye çalışıyorum. umarım sizin için de dinlendirici ve verimli olurr.

iyi günler/geceler dilerim! vote vermeyi ve fikirlerinizi paylaşmayı unutmayın lütfen <3

-akira

view's blessing | dilucHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin