2: "Elbette."

34 3 0
                                    

Jeongguk*

"Görüşmek üzere, miniğim! Çok dikkat et kendine. Cuma günü dersin bittiğinde burada olacağım her zamanki gibi. Beni çok özle olur mu?" demiş ve kıkırdamıştım, boylarımızı eşitlemek için Junghyun'a doğru eğilirken. Kollarımı etrafına dolayıp ona sıkıca sarılmıştım. Geri çekildiğimde başıyla beni onaylamış yanağıma hızlıca bir kelebek öpücüğü kondurmuştu. Okulunun büyük beyaz kapısından içeri girene kadar ona el sallamaya devam ediyordum çünkü içeriye girene kadar birçok kez arkasını dönüp bana tekrar tekrar el sallamayı alışkanlık edinmişti. Kendinden onlarca kat büyük olan sırt çantasını taşımaya çalışırken bir anda arkasını döner, kocaman gülümsemesiyle bana el sallar ve önüne dönüp okul binasının kapısına doğru yürümeye devam ederdi. Bense onu izler ve kocaman gülümserdim. Bir yandan da ben yanında yokken ona hiçbir şey olmamasını dilerdim.

Junghyun içeri girdiğinde bir yandan arkamdaki söğüt ağacına yasladığım kırmızı bisikletime binmeye çalışıyor bir yandan da dolu gözlerimle okulun güvenlik görevlisi Minwoo bey'e selam vermeye çalışıyordum. "İyi günler Minwoo bey! Cuma günü size şehirden dondurma getireceğim, unuttum sanmayın!" gülümsüyor olduğum halde gözlerimdeki yaşları fark ettiğini biliyordum. Junghyun'u buraya getirdiğim ilk gün tanışmıştık Minwoo bey'le. Ağlayışımın içini yaktığını söylemiş, Junghyun'a kendi oğlu gibi göz kulak olacağı sözünü verip beni sakinleştirmeyi başarmıştı.

"Elbette getireceksin seni hain velet! Geçen sefer daha sağlıklı diye şekersiz dondurma bozuntusunu yedirdin bana. Gerçek dondurma istiyorum ben."

Sesli bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. "Sizi düşünmeye çalışıyordum beyefendi! Suçlu muyum şimdi?" demiştim alaycı bir tonda.

Gülümseyerek "Tamam tamam affedeceğim, gerçek dondurma getirirsen." demişti. "Git hadi, üniversitene geç kalacaksın!" diye de eklemişti.

"Cuma günü görüşürüz!" diye seslenmiştim ona, bisikletimi üniversitenin kavak ve şeftali ağaçlarının sıralı olduğu yoluna doğru sürmeye başladığımda.

Üniversitenin bahar döneminin ilk günü için okula doğru giderken ılık rüzgar zihnimi pek de huzurlu olmayan düşünceler ile dolduruyordu. Her pazartesi sabahı daha sadece on yaşında olan kardeşimi haftanın beş günü benden uzak bırakmak zorunda olmak beni alt üst ediyordu. Minwoo bey'le olan sevimli atışmalarımız olmasa her miniğimi buraya bıraktığımda nasıl yıkılırdım tahmin etmek dahi istemiyordum. Junghyun özel bir çocuktu. Üç sene önce okulöncesi eğitimi sırasında öğretmeni onu fark etmiş ve şu an okuduğu okulda eğitim almasını sağlamıştı. Özel yetenekli çocukların olduğu bir okulda olduğu ve ona iyi davranıldığını bilsem de bu içime sadece bir noktaya kadar su serpiyordu.

Babamı hiç tanımamışken geçen sene annemizi de kaybettiğimizde ve bu dünyada sadece ikimiz kaldığımızda ikimiz de birbirimize tutunmuştuk. Ama benim için her şey ne kadar zorsa onun için çok daha fazla zor olduğunun farkındaydım çünkü Junghyun annem hayata gözlerini yumarken onun yanındaydı ve her şeye tanık olmak zorunda kalmıştı, çok küçüktü ve hayattan ne beklemesi gerektiğini bilmiyordu.

Annemizi kaybettikten sonra ona, hiçbir şeyin değişmeyeceği sözünü vermiştim. Fakat sözümü tutamadığımın da farkındaydım.

O günden sonra Junghyun insanlarla konuşmakta zorlanır olmuş, bir süre sonra da konuşabildiği bir kişi ben kalmıştım. Sosyal ortamlardayken benimle bile konuşmakta zorlanıyor, genellikle vücut diliyle benimle iletişim kuruyordu. Okuldaki öğretmenleri onun bu durumuna ayak uydurabildiği ve psikolojik durumu için ona destek verdikleri için kendimi çok şanslı sayıyordum çünkü onlar olmasa bütün bunların altından, tek başıma nasıl kalkardım bilmiyordum.

Üniversitemin ana bahçesine geldiğimde bir pazartesi sabahı klasiği haline gelmiş olan hayatım hakkında olan düşüncelerimi bir kenara bırakıp, kendi fakülteme doğru sürmeye başlamıştım. Fakültemizin manolya ve papatya çiçekleri kaplı olan bahçesine vardığımda bisikletimi kampüse bırakıp iki katlı küçük binaya doğru yürümeye başlamıştım.

Dersliğe girdiğimde birkaç öğrenciye selam vermiştim. Her zaman oturduğum sıraya otururken yanımdaki sıranın boş olduğunu fark edip beklemeye başlamıştım... Taehyung'u bekliyordum. Bana beni özleyeceğini söylediği günün üzerinden bir ay geçmişti. Lavanta kokusunu duymayalı, gözlerimi gözlerinde yakaladığında bana sunduğu gülümsemesini görmeyeli, birlikte sessizce fakülte kampüsünde oturup ders çalışmayalı bir ay olmuştu.

Çoğu zaman benden önce sınıfa gelmiş, yanımdaki sırada oturuyor olurdu. Rus edebiyatından herhangi bir eseri zarif parmakları arasında tutarak okurdu. Ara sıra ise ,okuduğu cümlelerin acımasızlığından olsa gerek, bir ressam kaleminden çıkmışçasına cizilmiş gibi duran kaşlarını çatar, tanrıları kıskandıracak görüntüsü karşısında bana bildiğim ve inandığım her şeyi sorgulatırdı.

Benden birkaç dakika sonra dersliğe giren anatomi profesörümüz ile Taehyung'un iyi olup olmadığı konusunda endişelenmeye başlamıştım. Sadece geç kalmış olmasını umuyordum.

Profesörümüz nefes bile almamıza izin vermeden göğüs boşluğundaki yapıları anlatmaya başlamıştı ve iki saatlik uykuyla bedenimi uyanık tutmaya çalışan beynim sadece ilk on dakikada dersi dinleyebileceğimin sinyallerini çoktan veriyordu.

Ders başlayalı yaklaşık yirmi beş dakika olmuştu. Dersten çoktan kopmuş, uykunun kollarına teslim olmama saniyeler kalmıştı ki yanımdaki kıpırtı ve etrafımı saran tanıdık lavanta kokusuyla uykumun tam o an bedenimi terk edişine şahit olmuştum. Sonunda gelmişti. Gözlerimi ona çevirdiğimde yorgun olduğunu görmüştüm.

Onunla daha yakın olmayı dilediğim o anlardan birindeydik şimdi. Çok değil, iyi olup olmadığını sorduğumda samimi bir cevap alacağımı bilsem yeterliydi. Ona şimdi sorsam nasıl olduğunu, alacağım kuru 'iyiyim' cevabından korkuyordum.

Ben düşüncelerime dalmış ve derste olduğumu unutmuşken profesörümüzün ders sonu konuşmasını yapıyor olduğunu fark etmiştim "Çocuklar, yeni döneminiz bu gün itibari ile başladı. Bu dönem sizden takımlar halinde makaleler yazmanızı isteyeceğim, her ay farklı bir hastalık hakkında makalelerinizi bekliyor olacağım. Kiminle çalışacağınıza kendiniz karar verip sınıf temsilcinize bildirebilirsiniz." demişti.

Kim ile çalışmak istediğim üzerinde pek düşünmeme gerek yoktu. Dönemimizde en çok iletişim kurduğum kişi Taehyung'du -onunla da pek bir iletişimim yoktu ama kendimi en yakın ona hissediyordum işte- ve onun da benimle aynı durumda olduğunu biliyordum. Bu düşünceler doğrultusunda gözlerimi ona çevirmiştim. Anında buluşan gözlerimizden onun da çoktan benimle aynı şeyleri düşündüğünü anlamıştım. Bu -benim güzümde çok şirin olan- durum karşısında ona gülümsemiş ve "İyi iş çıkaralım, Taehyung-ah." demiştim. Gülümsememi karşılıksız bırakmamış, "Elbette." diyerek beni onaylamıştı.

Bu hep olurdu, zorunda kalmadıkça konuşmazdık. Bu sebepten ötürü olsa gerek, çabuk yakınlaşamazdık, yakınlaşamadık.

Ona kendimi ilk kez yakın hissettiğim gün; onunla birlikte, fakültemizin kampüsündeki bahçede, kahve içtiğimiz ve sessizce ders çalıştığımız o gündü. Annemi kaybettiğim günden bir ay sonrasıydı ve ben hayatıma devam etmekte çok zorlanıyordum. Üniversiteye birkaç saat önce gelmiş öğleden sonraki sınava çalışmayı deniyordum. Elinde tuttuğu iki kahve bardağıyla yanıma gelmiş, bana birlikte çalışmayı teklif etmişti. O günden sonra ne zaman birbirimizi yalnız görsek, elimizdeki iki kahve bardağıyla, birlikte ders çalışmayı teklif etmeye başlamıştık birbirimize.

Dersi bitiren profesör derslikten çıktıktan sonra öğrenciler birlikte çalışacakları kişileri sınıf temsilcisine bildirmişti ve bir sonraki metabolizma dersini beklemeye başlamıştık.

Benimse gözlerim yine onu bulmuştu.

~~~

Merhaba,

Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim!

Bir sonraki bölüme kadar, hoşçakalın. <3

seni özleyeceğim ✿ taeggukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin