5: i'll forget when we meet again

597 59 4
                                    

i'll forget when we meet again,
so my mind can be quiet.

Art arda üç şimşek çakması ile kupamı daha sıkı bir şekilde tuttum.

Haziranın ortalarına gelmek üzereydik. Son bir haftadır hava oldukça sıcak ve bunaltıcıydı ancak fırtına öncesi sessizlik olabileceğini tahmin etmemiştik. Jisoo ve Lalisa sabah denize girmek ve biraz takılmak için dışarı çıkmış ancak geri dönememişti. Jennie ise fırtına çıkacağını öğrendiğinde eve bir şeyler stoklamaları gerektiğini söyleyip markete gitmiş, oraya hapsolmuştu. Tek başımaydım.

Bazı zamanlar dünya, rayından çıkan bir trenmiş gibi hissettiriyordu. Mevsimler, insanlar, hissedilenler ve hissettirenler. Dünyanın yolunu kaybetmesinin bedelini biz ödüyorduk sanki.

Henüz akşam olmamasına rağmen hava oldukça karanlıktı. Çekmeceleri kurcalamaya ve mum aramaya başladım. Elektrikler gitmemişti ancak şimşek düşme ihtimaline karşı sigortayı kapatmıştım. Mumları da şimdi kullanacak değildim ancak akşama doğru işe yarayacağı açıktı ve benim bir şeylerle oyalanmam gerekiyordu. Televizyonun önünde yatan Love'a ters bir bakış attım. Ben bu kadar stres altındayken böyle rahat uyuması moralimi bozuyordu, onu kıskanıyordum. Her an o yumuşak yatağından kaldırıp ben yatabilirdim. Belki uzunca bir süre sonra gerçek bir uyku çekmiş olurdum.

Bulduğum mumları evin çeşitli yerlerine koydum ve koltuğa geri oturdum. Kızları arayamıyordum çünkü hatlar tam olarak çekmiyordu ve ben endişelenmeyi bırakamıyordum. Onlardan en son haber aldığımda hepsi sığınacak bir yerde olduğunu söylemişti. Jennie eve yakın olduğu için yağışın azaldığı ilk an koşarak gelecekti. Başına bir şey gelmemiş olması için dua ediyordum ki kapının sertçe vurulma sesi salonda yankılandı. Kapıya hayatımda hiç koşmadığım kadar hızlı bir şekilde koştum ancak karşımdaki kişi beklediğim kişi değildi.

Siyah tişörtü ve eşofman altı üstüne yapışmıştı, saçları ıslak ve rüzgardan dolayı dağılmıştı. Onu kolundan çekip içeriye soktum ve kapıyı kapattım.

"İyi misin?"

Kapının önünde sudan çıkmış bir balık gibi dikiliyordu.

"Evet, iyiyim. İçeriye aldığın için teşekkürler." Salona bakarken kararsız bir ifadesi vardı. Islak olduğu için içeriye girmekten çekindiğini anladığımda bir adım geriledim ve gözlerimi onun bedeninde gezdirdim.

"Şuan beni süzmek için pek iyi bir zaman olduğunu sanmıyorum." Dalga geçmesini umursamayarak merdivenlere adımladım.

"Bekle burada iki dakika."

Lisa'nın ailesinin odasına girdim ve bulabildiğim en büyük sweatshirt ve eşofman altını çıkardım. Fakat odalarında havlu yoktu ve kızlarınkini versem rahatsız olabilirlerdi. Ona kendi havlumu vermek için gayet güzel bir bahaneydi.

Elimdekilerle birlikte aşağıya indiğimde Jungkook az önce dikildiği yerde duruyordu. Beni gördüğünde dudakları şaşkınlıkla aralandı. "Biraz dar gelebilir ama idare etmen gerek. Bulabildiğimin en iyisi bunlar. Koridorun sonundaki kapı banyo, orayı kullanabilirsin."

"Teşekkür ederim." O bana gülümserken ellerimin titrememesi ve kıyafetleri yere düşürmemek için elimden gelen her şeyi yaptım.

Bir insanın başka bir insanda böyle hisler doğurması adil değildi fakat dünya ne zaman adil bir yer olmuştu ki.

Ben mutfağa gidip kupamı yıkarken o da birkaç dakika içerisinde üstünü değiştirip yanıma geldi. Başımı çevirip göz ucuyla onu süzdüm. Eşofman bacaklarına yapışmış, sweatshirt ise tam olmuştu. Eh, idare eder. Ona verdiğim havluyu boynuna asmıştı. Şimdiye çoktan onun gibi koktuğuna yemin edebilirdim.

"Sana sıcak bir şeyler içirmek isterdim ama elektrikler yok. Portakal suyu ister misin?"

Bar sandalyelerinden birine oturdu ve kollarını önünde birleştirip sırtını tezgaha yasladı. "Olur, teşekkürler. Diğerleri nerede?"

"Fırtına başladığında dışarıdalardı. Hepsi bir yerlere hapsolmuş durumda havanın dinginleşmesini bekliyor." O birkaç onaylayan mırıltı çıkarırken ben dolaptan çıkardığım portakal suyunu bir bardağa doldurdum ve ona uzattım.

"Yalnız başına korkmuş olmalısın."

"Pek sayılmaz." Bardağı alırken sanki bilinçliymişcesine eli parmaklarıma dokundu. Kaşları hafifçe çatılmıştı. Başını kaldırdığındaysa yüzüme değil doğrudan boynuma bakıyordu. Portakal suyundan büyük bir yudum aldı ve bir kolunu tezgaha yasladı.

"Daha önceden tanışıyor olabilir miyiz Chaeyoung?"

Biz seninle tanışmadık hiç.

Ben seni tanıdım.

"Hayır."

Sen beni tanımadın.

first loveHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin