24: a quiet evening

404 35 7
                                    

geçen gün uzun bi aradan sonra wattpadi açtım ve gelen yorumları görünce bu hikayeyi yarım bırakmamam gerektiğini anladım. ekimden beridir yazı stilim değişti, belki biraz da gelişti. kurgunun yeterli olmadığının farkındayım ve bu durumdan pek memnun değilim. bu yüzden 'first love'ı sonlandırıp farklı hikayeler yazmak istiyorum. umarım son bölümü severek okursunuz.

-----

a quiet evening,
just the beginning.

"Sarılmak ister misin, Chaeyoung?"

Bedenim ihtiyacı duyduğu yegane şeye sıkı sıkı sarıldı. Zihnimse bir yabancıya sarılma fikrine yabancıydı. Kaçıncı seans olmuştu sahi? Sanırım beşinciyi bitiriyorduk şimdi.

"Biliyorum yoruldun. Biliyorum tek ihtiyacın olan şey sevgiydi bunca zaman. Tek başına günlerce yattığın o hastane odasında sıcak bir kucaklama bekledin sen sadece. Ama Chaeyoung, senin suçun değildi."

Gözyaşlarımı silmek yerine daha da akıttım terapistimin kollarının arasında. Bomboş hissediyordum. Vücudumu saran zehirden yavaş yavaş kurtuluyordum sanki. Hep ağlamaktan kaçmıştım, Chaeyoung olmaktan kaçmıştım. Alice olmak istemiştim ben. Ailemin sevgisini ancak öyle kazanabileceğimi sanmıştım.

Benim suçum değildi.

Ben bencil değildim.

Ben sadece küçük bir kız çocuğuydum ve bu koca dünyada yapayalnız kalmıştım.

Kollarımı vücudundan ayırdıktan sonra karşımdaki kadına gülümsedim. "Teşekkür ederim."

"Teşekkürü hak eden ben değilim, sensin canım. Buraya gelmek, Chaeyoung'u yaşatmayı istemek tamamen senin ellerindeydi. Sen o masum kızı büyütüyorsun şimdi."

Terapistimle vedalaştıktan sonra kliniğin kapısının önünde beni bekleyen adama koştum. Kollarımı beline doladım ve başımı göğsüne gömdüm.

Zayıflamıştı. Eskisi kadar çok yemek yemiyor, kalabalık ortamlara girmekten ve arabalara binmekten kaçınıyordu. Ancak Jungkook yüzleşiyordu. Ölümle ve yaşamla karşı karşıya kalmıştı ve ikisini de yenmeye çok yaklaşmıştı. İkimiz de farklı şekillerde yüzleşiyorduk benzer kaderimizle. Ancak günün sonunda yanyanaydık.

Parmaklarıyla gözlerimde biriken yaşları sildi nazikçe. İncitmekten korkuyor gibiydi.

Gitmeyi çok istemiştim. Öylesi daha kolay gelmişti belki ancak yapamamıştım. Ne onu ne de ablasının öldüğü gün derin bir uykuya yatan küçük kızı geride bırakamamıştım.

Roseanne, Chaeyoung, Rosie... Tüm bu isimler farklı kişilerle farklı anlamlar kazanırdı eskiden. Fakat bir önemi kalmamıştı artık. Çünkü biliyordum ki her biri bendim. Jungkook'la birlikte ben kendime yabancı olmamayı öğrenmiştim.

Mimarlık bölümünü bırakmıştım. Yeniden üniversite sınavına girecek ve geleceğimi kendi dilediğim şekilde şekillendirecektim. İngiltere biletimi yakmıştım. Yanımda onu götürmediğim sürece oraya ayak basacağımı zannetmiyordum.

"Nasıl geçti günün?"

Elimi elinin arasına aldı ve kaldırımda yürümeye başladık. Saat akşam altıydı. Hava kızıl bir renk almıştı. "Dur bir düşüneyim."

"Uyudum, uyandım. Sevgilimden gelen yemek yemezsem olacaklarla ilgili bazı tehdit içerikli mesajlar aldım. En yakın karakola gidip tutuklama kararı çıkarttırdım."

Boşta olan elimi yumruk yapıp omzuna vurdum. "Ahh, şimdi de fiziksel şiddete maruz kalıyorum." dedi ve eliyle omzunu ovmaya başladı. Oysa sert vurmamıştım bile.

"Sus da acele et biraz. Otobüsü kaçırırsak nasıl gideceğiz sizin eve?"

"Evime gelmeyi bu kadar istediğini keşke daha önce fark etseydim." Gözlerimi kısıp ona baktığımda suratında bir gülümseme doğdu. Ardından burnumu işaret ve orta parmağı arasına sıkıştırıp sesli bir şekilde güldü.

"Sinirli olmayı beceremiyorsun bile."

"Ben sana sinir neymiş gösterirdim de dua et sevgilimsin. Kıyamıyorum."

Birbirimize her şeyi itiraf ettiğimiz o geceden sonra istesek de ayrılamayacak bir hale gelmiştik onunla. Tıpkı o soğuk hastane koridorlarında birbirimizi ısıttığımız gibi, geçmişin karanlık hatıralarından da birbirimizin ışığıyla sakınıyorduk.

Jungkook her şeyi hatırladıktan sonra Yura'yla olan ilişkilerine bir sınır çizmişti. Belki bunca zamandır çocukluk arkadaşından ayrı kalma sebebi olduğu için, belkiyse kendi geçmişini kendinden gizlediği için artık onu görmek istemediğini söylemişti.

Tıpkı küçük Chaeyoung gibi küçük Jungkook da büyüyordu. Yura'yla geçen günler yalnız mutluluk içeriyordu. Ancak onu büyütecek şey olan acıdan yoksundu.

Jungkook'un canı beni dolu gözlerle bırakıp gittiğinde yanmamıştı ancak seviyorum dese de seni bekleyemem dediğimde, benden gidemediğinde çok yanmıştı.

Fakat ben kalmıştım. 

O bende, ben onda kalmıştım.

first loveHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin