2.8

710 63 29
                                    

Karpuz
Sibel Egemen * Selvi Boylum

Bacaklarını kırarak olduğu yere çökmüş, kıvrılarak akan suyun üzerinde ıslak başlarını diken taşlardan kaymamaya dikkat ederek oturan genç bir adam, buraya gelme amacını unutmuş gibi öylece oturuyordu. Suyun akan sesi onu mayıştırıyor, hiçbir şey düşünmemenin korunaklı dinginliğinde sabah güneşiyle öten kuşları dinliyordu. Gözleri, suyun parlaklığını artıran Güneş'in yansımasında sulanıyor, dalıyor ve acıyla kırpılıyordu. Elleri ölü birer balık gibi bacaklarının üstünden sallanıyor, temizlenmesi için yapacak edimin hazır bulunuşunun sabırsızlığını taşıyordu.
Derin bir soluk aldı Gazeteci, havanın temiz soğukluğu bir an kendine getirdi. Başını kaldırarak etrafa baktı, Meczup Hasan köye yönünü dönmüş oturuyor olmalıydı şimdi. Gözlerinde, düşüncelerini gizlemeye alışmış kimselere özgü kısıklık, dudaklarında kelimelere küskün kilitlilik, öylece izliyordu etrafı. Seneler gibi gelen uzun bir zamanın paylaşılmışlığını taşıdıklarından Mehmet, genç adamı görmese bile şimdi ne yaptığını bilebiliyordu. Bu hisle bir an mutlu olacak oldu. Fakat ne vakit Hasan'ı düşünse beraberinde gelen onca dert, tasa içini sıkıyordu. Bu köye hiç gelmeseydi yaşayacağı kayıtsız boşunalığı gözlerinde canlandırdı. İstanbul'un kalabalığı arasında kendini ne duyacak, ne görecek, yapmak mecburiyeti hissettiği işlerde yitip gidecekti. Zamanında bir büyüğünün "Kendiyle kalan insan, kafasıyla çok konuşur." dediğini hatırlıyordu. Köye geldiğinden beri doğru olduğunu anlıyordu zira ne kafası susuyor, ne yüreği dinleniyordu.

Eğilerek üstündeki gömleği çıkardı genç adam. Küçük Ahmet'in getirdiği poşetten lif ve sabun çıkardı. Banyo yaptığı zaman tüm bedenini yıkamaya alışmış olmasına karşın, dağda Hasan ile durduğu günden itibaren kısım kısım yıkanmaya çabalıyordu. Meczup Hasan, Gazeteci değil suya, suyun yakınına dahi gitse oralara varmıyordu. Tuvalet niyetine kullandıkları ağaçların yoğun olduğu bölge de suyun biraz uzağında kalıyordu fakat çok sıkışsa dahi, Gazeteci mağaraya dönene kadar aklından bir an olsun gitmeyi geçirmiyordu. Bunun bilincinde olmasına karşın, ihtimalleri göz ardı edemeyen Mehmet, altındakileri çıkarırsa Meczup Hasan görür diye telaş ediyor, bu düşünceyle utanıp bozararak hızlı hızlı yıkanıyordu. Daha başka birilerinin görmesi onu hiç mi hiç telaşlandırmıyordu. Öyle ki Müzeyyen dahi onu germemiş, rahat rahat yıkanmıştı. Genç kadın da ona aynı saygıyı gösteriyordu. Medeniyetin uğramadığı dağlık yerleşimlere özgü kuralsız, sessiz bir anlaşma içindeydiler. Sadece Gazeteci Mehmet, Meczup'un kendini görmesinden çekiniyordu. Şimdi bu çekingenliği daha da artmıştı. Bunda, vücudunun pek az yemek yemenin verdiği zayıflık etkendi. Her yanı kemikten bir torba gibi görünüyordu gözüne. İlk zamanlardaki canlı, kuvvetli bedeninden eser kalmamıştı. Göğüs kafesindeki her kemik, kollarındaki dermansız çöplük gözünde büyüyordu. Çoğu zaman, İstanbul'daki sokak hayvanlarına benzetiyordu kendini. Evine giderken yolda gördüğü sefil görünüşlü köpeklerden bir farkı yoktu. Yüzünü uzun zamandır görmediği için suya eğilerek yansımasının dalgalı biçimsizliğinde seçmeye çalıştı. Su, kendi yüzünü ne kadar büyük ve canlı göstermeye çalışsa da korkunç biçimdeydi. Gözleri çökmüş, sakalları ve bıyıkları birbirine girmiş, elmacık kemikleri biraz daha çıksa gözüne girebilecek bıçak gibi sivrilmiş, alnı yeni dökülmüş yol gibi yassılaşmıştı. Gözlerindeki parlaklık olmasa yaşlıca kimseler gibi hastalıklı bir görünüşe sahip olacaktı zira sararmış olduğunu, göz altlarının mor bir çukura döndüğünü, dudaklarının kurak topraklar gibi çatlak çatlak uzandığını seçiyordu. İstanbul'da iken, yakışıklı bir adam olduğunu düşünüyor, kendine muntazam bir özen gösteriyordu. Aynaya baktığında kendini beğenmediği handiyse hiç olmazdı. Oysa şimdi korkunç bir çirkinlik içindeydi. Yüzü sarktı Gazeteci'nin. Dış görünüşünü ne denli önemsese de her şeyin üstünde tuttuğu yoktu. Sadece özenli, nizamlı bir adamdı. Şimdi de kendini sarsan dış görünüşü değil, Meczup Hasan'ın yıllar yılı bu dağda yaşamasına rağmen, onca pespaye kıyafetleri ve saçı sakalı birbirine karışmış karmaşıklığı içinde dahi yakışıklı görünüyor olmasıydı. Uzun ve heybetliydi, Gazeteci ise çok kısa bir sürede çökmüş, zayıf ve hastalıklı bir görünüme kavuşmuştu. Gözleri çakır çakır parlıyordu Meczup'un, kaşları önünde uzanan sıradağlar gibi kavisli ve sertti. Oysa Gazeteci zayıflayınca kaşları bir sarkmıştı sanki. Yüzünde bir alev dolanıyordu Meczup'un, güçlü görünüyordu. Şimdi bir rüzgar esse savrulacak kadar zayıftı Gazeteci. Meczup'un onu böyle görmesinden dolayı sitem etti Mehmet. İstanbul'daki gibi dolaşsa buralarda çok şey değiştirmiş gibi hissetti. Oysa değil Meczup, kendisi bile buna inanmıyordu. Zira ne Meczup onu dış görünüşüyle yargılayacak, ne de kendi onun böyle gördüğünü bilecekti. Salt bu denli biçimsiz durmaktan içi bulanmıştı.

Meczup Ali (Gay) •Tamamlandı•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin