Piraye ile birlikte yaklaşık bir beş dakika sonra Ana binaya geçmiştik. Tek kelime etmemesi beni tedirgin etsede sesimi çıkarmamıştım. Ana binada herşey normal gözüküyordu aslında ama kimsenin olmaması garipti. Belki derstedirler diye düşündüm. Veya bir toplantıda. Hepsi olası seçeneklerdi. Kolumun sıkılmasıyla bilekliklere baktım. Yanlış düşündüğümü fark etmem uzun sürmedi. Zaten Piraye'ye şuan hiç güvenmiyordum. Kolumun acısını bastırarak sordum. "Nereye gidiyoruz?"
Sessizlik.
"Sana diyorum, nereye gidiyoruz ve neden etrafta kimse yok?"
Yine sessizlik.
"Konuşmayı mı unuttun, cevap versene!"
Yine, yeniden sessizlik.
Yürümeyi bıraktım. Çok sinirlenmiştim. Piraye arkasını döndüğünde nefes aldı. "Hadi çocuk, benimle geliyorsun." Koluma uzanmıştı. Reflekslerimin iyi olması sonunda bir işime yaramıştı ki hemen geri çekildim. Arkamı dönerek koşmaya başladım. Keşke başında buraya gelmeden kaçsaydım diye düşündüm. Bileklik kolumu sıkmayı bıraktığında doğru bir karar aldığımı anlamıştım. Arkama baktığımda Piraye orada durmuş beni izliyordu. Çıkış kapısına ulaştığımda, tahmin edersiniz ki kitliydi. Piraye'nin soğuk gülüşünü duyduğumda bilekliği cebimden çıkarmıştım ve o da anahtar formuna girmişti bile. Çabucak kapıyı açtığımda Piraye'nin sıfatını merak etmiyor değildim. Arkadan "Nasıl?" bağırışını kahkaha atarak yanıtladım. Fakat hala koşmaya devam ediyordum. Bileklik kolumla birleştiğinde göz ucuyla baksamda durmadım. Mentaların binasına gidecektim ilk önce, ancak ayaklarım binalardan uzağa, Diyarın Kalbinden geldiğimiz tarafa doğru gitmeye başlamıştı. Keşke şu patenler yanında olsaydı diye yakındım. Bir anda ayağımda patenleri görmek duraksamama neden olmuştu. Ahu'nun patenleri istediğimiz zaman çağırabileceğimizi söylememesine sinirlenmiştim ama şimdi bunun için uygun bir zaman değildi. Hızımın iki katına çıkması iyi bir şeydi. Tekrardan arkama baktığımda kimsecikler yoktu. Yinede rehavete kapılmak istemedim. Biraz daha ilerledim. Lalelerle dolu bir tarla gördüğümde durma kararı aldım. Bilekliğe baktığımda bir tepki vermemişti. Başta ondan rahatsız olsamda şuan Ferzin'e büyük bir teşekkür borçluydum sanırım. Tarlanın içinde sol tarafta olan söğüt ağacının altına vardığımda oturup dinlenme fırsatım olmuştu. Aslında biraz kestirmek istemiştim ancak tehlikede olduğum için bunu yapmamayı tercih ettim. Ancak gözlerimin istemsizce kapanmasına engel olamadım. Ve en sonunda onlara yenik düştüm.
Elimde bir şey hissettiğimde uyandım. Olduğum yeri incelerken, toz pembe ve beyaz lalelerin güzelliğine baktım. Gökyüzü de laleler gibi pembeleşmişti. Bulutlar pofuduk pofuduk gökkubbeyi süslüyordu. Tarlanın etrafında çeşit çeşit ağaç ve çalı bulunuyordu. Elime bakma zahmetinde bulunduğumda ise bir kelebekle karşılaşınca çığlık atıp hemen elimi çekmiştim. Kelebekse bu sefer ağacın yapraklarından birinin üzerine konmuştu. Kanatları lacivert ve beyazdı. Beyaz yerleri parıl parıl parlarken lacivert taraf mat bir tondaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tılsım
FantasyAnemoia diyarı bundan bin yıl önce Mokita adında bir lanetle tanıştı. Diyarın başında ki koruyucular halkı korumak için güçlerini birleştirdi ve bir tılsım yarattı. İstediklerini başardılar, ancak tılsımın zayıflamaması için her on yılda bir diyara...