7

586 46 4
                                    

tavsancik: min
ne zaman gelirsin

barbie: ASKMM
sanirim bi yarim saate kalkariz
hepimiz uctuk
ksmxlekdkkekdmdmk

tavsancik: ictiniz mi

barbie: sey
evt
azicik

tavsancik: gelip sizi almami ister misin?

barbie: gerek yok hayatim
zaten uzak bi yerde degiliz
araba da yok yuruyerek geldik
taksi tutariz

tavsancik: tamam
dikkat edin

barbie: optummmm

jeongguk, jimin'in gelmesini beklerken koltuğa kıvrıldı ve üzücü şarkılar dinlerken ikisinin resimlerine bakıp durdu.

tam bir faciaydı durumu; yaptığı şeye inanamıyor, yaptığı şeyi jimin'e nasıl açıklayacağını bilemiyordu. jimin açıklamasının üzerine ondan ayrılırsa ne yapacağını hiç bilmiyordu. onsuz olduğu zamanları hatırlamıyordu bile! onsuz nasıl gülünür bilmiyordu, onsuz nasıl uyur, onsuz nasıl güne gözlerini açar ve hayatını yaşar bilmiyordu. hatta onsuz doğru düzgün nefes dahi alabileceğini sanmıyordu.

gözleri, düşüncelerinin artışıyla, çalan şarkılarla, baktığı fotoğraflarla birlikte daha çok dolarken kapının sesini duydu. anında ayaklanıp stres altında ne yapacağını bilemez halde paniklemişti. koltukta yattığı yeri düzelti, çalan şarkıyı kapattı ve gözyaşlarını kurutmaya çalıştı.

bu arada jimin, sarhoş haliyle anahtarı deliğe denk getiremiyor olmalı ki bir türlü kapıyı açamamıştı. birkaç saniye sonra sinirli küfürler duyduğunda kapıya doğru yöneldi jeongguk. derin bir nefesin ardından kapıyı açtığında tahtaya yaslanmış jimin sendelemişti.

"ay!" bir nidayla jeongguk'un üzerine devrilen jimin, anında beline sarılan kollara karşılık verip yaslandığı vücuda sıkıca sarıldı. jeongguk'un göğsüne düşen kafasını hareket ettirmeden önce kıkır kıkır gülmeye başladı. bu duruma gelene kadar gerçekten çok fazla içki içmiş olmalıydı.

jeongguk, jimin'in bu haldeyken hareket etmek istemeyeceğini biliyor olmalı ki, birkaç hareketle bacaklarını kalçasına sarmasını sağlamış ve sıkıca kucaklamıştı onu. kapıyı kapatırken kollarını boynuna sarıp iyice boynuna gömülen jimin'in alkolle karışık kokusu buram buram burnuna doluyordu. bu küçücük bir şey bile tam şu anda hıçkırıklara boğulmasını sağlayabilirdi ama kendini zar zor tuttu.

içeri geçip az önce yalnız başına kıvrılıp yattığı koltuğa bu sefer kucağındaki jimin'le birlikte oturdu. birkaç dakika öylece hareketsiz, birbirlerinin boyunlarına gömülü yüzleriyle beraber geçtikten sonra jimin hareketlenmeye başladı. jeongguk onu uyudu sanmıştı, hatta birazdan kalkıp yatak odasına götürecekti ama belli ki sadece dinleniyordu.

"gguk," dedi mayışık sesiyle, neredeyse duyulamayacak bir disabelde. sonrasında tam yanıbaşındaki boynuna ufak öpücükler kondurdu. "seni özledim."

bununla birlikte jeongguk irkilmiş ve yaşlarıyla birlikte yumulmuş gözleri fal taşı gibi açılmıştı. hayır, hayır, hayır... şimdi olmaz.

"jiminie," dedi jeongguk kırık sesiyle. kafasını arkaya yatırarak öpücüklerden kaçmaya çalıştı ama jimin sevgilisinin bunu dudaklarına daha çok yer açmak için yaptığını sanmış olmalı ki daha da derinleşti öpüşleri. "jimin, bir dakika..."

jimin memnuniyetsizce mırıldanarak geri çekildi, sarhoşlukla bayık bakan gözleri ve çatılmış kaşları onu bir civcive benzetmekten başka hiçbir işe yaramıyordu. zaten oldukça dikkat çeken dudaklarının üstünden diliyle geçmesi o dikkati katbekat arttırırken jeongguk kapana kısılmış gibi hissetti. nasıl girecekti konuya? nasıl çıkacaktı bu işin içinden?

"sen beni özlemedin mi?"

"jimin, seni her an, her saniye özlüyorum sevgilim," dedi kucağındakinin küçük ellerini avuçları arasında saklarken. "sadece," gelmedi ardı cümlesinin, kalakaldı her şeyiyle birlikte tam o anda, gözyaşlarına boğulmadan önce havada asılı kaldı o tek bir sözcük.

kafasını eğip gözyaşlarını saklamaya çalışırken jimin neye uğradığını şaşırmıştı. neler oluyordu şu anda? sarhoş zihni kendisine bir oyun mu oynuyordu? öyle olmalıydı değil mi, bu halleri hiç gerçek gibi değildi...

"jeongguk..." sayıkladı saçlarını okşarken sevgilisinin. parmakları bir vazoyu kırmaktan korkar gibi gezindi yanaklarında ve kendisine bakmasını sağladı. durmak bilmeyen yaşlarının sırılsıklam olduğunu yüzü onu dumur etti adeta. "jeongguk... dur, ağlama... ne oluyor? anlat bana, aşkım."

aşkım. ne güzel de çıkıyordu şu iç ısıtan kelime sarışının ağzından, ne güzel de akıl ediyor ve birleştiriyordu o harfleri yan yana ve lütfediyordu bu lakabı oğlana. bilmez miydi, düşünmez miydi peki hiç, acaba oğlan bu lakaba layık mı acaba? pişman olur muydu peki bir gün, tüm bu lakapları onda harcadı diye?

"ben..." hıçkırıkları sözlerinin önüne geçerken jimin daha fazla izlemek istemedi sevgilisinin bu halini. ayaklandı ve elinden tuttuğu gibi onu da ayağa kaldırdı. yatak odalarına geçip de birbirlerini yatakta sarmaş dolaş bulmaları belki de bir dakikayı bile almamıştı. jimin jeongguk'un yüzünü bir güzel kuruladı, durdurak bilmeden akan yaşlara rağmen sıkılmadan tekrarladı hareketini. en sonunda ağlamaktan bitap düşmüş çocuk uykuya daldığında rahat bir nefes almıştı.

ne olduğunu bilmiyordu, olan biten her şey onun kafasını daha çok karıştırıyordu. jeongguk'un bu ani hal tavırlarına anlam veremiyordu ve tüm bunlar onu daha da korkutuyordu.

o an zil zurna sarhoşluğu neredeyse yok olmuştu ama diğeri uyanmadan tamamen kendine gelebilmek adına duşa attı kendini. belli ki ciddi bir konuşma yapmaları gerekiyordu, tamamen uyanık olmalıydı.

tailor of chaosHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin