1

111 14 5
                                    


Karanlık durakta tek tük insan vardı kulağımda çalan şarkıyı kurumuş dudaklarımın arasında mırıldanıyordum esen rüzgarla saçlarım öne doğru savruluyordu. Bomboş ve yorgun hissediyordum. Çok hızlıydı her şey ve kafamın içi.

Bindiğim metrobüsün doluluğu çok olmasa bile oturacak yer olmadığı için koridor boyunca ilerleyip tutunabileceğim bir yer bakındım. Yuvarlak alanda durmaya karar verice kolumdaki büyük çantamı çıkartıp ayaklarımın arasında kalacak şekilde yere koydum. O sıra gözüme çarpan siyah büyük botlarla yutkundum. Kafamı kaldırmadan ayağımla yere küçük küçük vurarak kendimce oyalanmaya başladım.

Ayağımdaki beyaz converselerin ucu ile minik bir şekilde önümdeki botlara vurdum. Tamamen bilinç dışı içimden geldiği için yaptığım bu davranışla donup kalmıştım. Bakışlarımı havaya kaldırarak botların sahibine baktım. Kaşları çatık bir şekilde bana bakıyordu.

"Pardon." dedim fısıldayarak ve hızla kafamı öne eğdim ve saçlarımın yüzümü saklamasına izin verdim. Merakıma yenilerek saçlarımın arasından yabancı adama çevirdim bakışlarımı. Arkasına yaslanmış kollarını göğsünde birleştirmişti, geniş omuzları güçlü olduğunu ispatlamak ister gibi dikti. Bakışlarım ilerledikçe keskin çenesini gördüm yeni tıraş olmuş yüzü sert bir ifadeye sahipti, kemikli burnu yüzüyle uyumluydu. Bakışlarım gözlerine çıktığında göz göze gelmiştik. Utançla öksürüp bakışlarımı ayaklarıma indirdim.

Mavi gözleri resmen parlıyordu! Bu parlaklık ona tekrar bakmama engel olacak kadar tuhaftı.

Metrobüsün sıcak havası beni boğarken ona bakmamı isteyen tarafımla savaşmak çok zordu. Ferahlayabilmek adına saçlarımı tek tarafa toplayıp boynumun açık kalmasını sağladım ve durakları gösteren ekrana baktım. Bir durağım kalmıştı.

Mavi gözlü adamın ayaklanması ile birlikte içimdeki dürtüyle bende kapıya doğru yanaştım. Yanına kadar ilerleyip metrobüsün durmasını bekledim. Mavi gözleri beni buldu ve kafasını çevirmesen yandan bir bakış attı. Bu sefer bakışlarımı ondan çekmedim. Çekmek istemedim.

Duran metrobüsle birlikte önüne dönüp kalabalığın içine karıştı, onu kaybetmemek amacıyla bende peşinden inmiştim. Yaptığım tam bir saçmalıktı. Bir kaç dakika önce gördüğüm adamı kaybetmek istemiyordum.

Benim olmayan bir şeyi kaybedebilir miydim ki?

Yürüyen merdivenlerde iki adım arkasındaydım ve sakince etrafı inceliyordum. Aynı durakta iniyor olmamız beni olması gerek den daha fazla heyecanlandırmıştı.

Köprünün üzerindeki turnikelerden geçerken onu kaybetmiyordum her hareketi göz hapsimdeydi. Attığı her adımda etrafa yaydığı özgüveni beni çoktan etkisi altına almıştı.

Çok saçmaydı. Çok saçma. Çok saçma.

Sırtımda asılı olan çantamın ağırlığına aldırmadan hızlı adımlarına yetişmek adına elimden geleni yapıyordum. Her sabah geldiğim avmnin önünden bir kez daha geçip ara sokağa girmiştik o önde ben arkada. Bu saatte her yer kapandığı için tek tük insanlar olurdu.

Karşıdan karşıya geçmişti bende onunla birlikte geçmiştim ve her zaman ki gibi yolun sağ tarafına dönmüştüm ama o benim yolumun tersi olarak sola dönmüştü. Adımlarım durmuş ve kafamı çevirerek ona baktım. Arkasına bakmadan ilerliyordu. Yollarımız burada ayrılmıştı. Yapacak bir şey yoktu.

Adımlarımı yavaşlatarak evime doğru ilerlemeye başladım. Adımlarım geri geri gitse de başka seçeneğim yoktu. Önünden geçtiğim banka oturup telefonumu elime aldım. Mehmet abiden gelen mesajı gördüğümde onu ardım.

"Mehmet abi, naber?" Mehmet abi sosyal medyadan tanıştığım ama birbirimizin fotoğraflarını bile görmediğimiz bir arkadaşımdı.

Gerçek bir arkadaştı benim için.

"İyiyim ben sen nerelerdesin bakayım, neden benim mesajlarıma cevap verilmiyor?" Bana hesap sorması dudaklarımdan bir kıkırtı dökülmesine sebep oldu.

"Buralardayım başka nerede olucam."

"Aman bir yer kaybolma." O da gülerek cevap verdiğinde oturduğum yerden kalkıp eve doğru yürümeye devam ettim.

"Gittin mi okula bugün?" Okula gitmek bu sıralarki en büyük problemimdi. Üniversite ikinci sınıf öğrencisi olup okula sadece sınavlara girmek için gidiyordum ve girdiğim sınavlardan da kalıyordum.

Kısacacı her şeyi batırmıştım ve nasıl toparlayacağım hakkında bir fikrim de yoktu.

"Yok gitmedim, kursa gittim bugün." Sözlerimin ardından bir kaç saniye sessizlik oldu.

"Umay sözün bittiği yerdeyiz." Okul hakkında konuşmak beni boğuyordu ve herkes bana okulu sorup sorup duruyordu.

"Sözler kifayetsiz kalıyorsa kapatalım canımcım konuyu?" Ben neşemi bozmadan konuşsamda içimdeki bir kurt beni kemiriyordu ve aynı soruyu bana tekrar tekrar soruyordu.

Bu yolun sonu nereye gidiyor Umay?
Düşünüyorum düşünüyorum ama cevap bulamıyorum. Na yapacaktım ben, biri bana yardım etsin!

"bu rahatlığına hayranım imza alabilir miyim?" Bir gülüş daha bıraktım sohbetimize. Rahatlık? Evet çok rahattım(!)

Yolun geri kalanını Mehmet abiyle telefonda konuşarak geçirmiştim ve oturduğumuz sokağa geldiğimde onunla vedalaşıp telefonu kapatmıştım.

Derin bir nefes alıp bina kapısının önüne geldim. Leş bir sokakta oturuyorduk. İstanbuldaydık ama esenyurttaydık. Yani istanbulda değildik. Hep istanbulun içinde olan güzel bir semtte oturmayı hayal eden bir çocuktum. Ama artık çocuk olmadığım için gerçekliğin içine sıkışıp kalmıştım.

Yazık olmuştu çocuk Umay'a.

Kapıyı açması için annemi çaldırdım. Geldiğimi anlamış olacak ki arama reddedilmiş hemen ardından kapı açılmıştı.

"Sessiz ol." Hoşgeldinden önce duyduğum sözlerle şaşırmamış ve ayakkabılarım çıkartıp ayakkabılığa yerleştirmiştim.

Hiçkimse ile konuşmadan odama geçmiş sırtımdaki çantayı özenle sandalyemin üstüne yerleştirdim. Bilgisayarımı çantamın içinden çıkartıp büyük masamın üstüne yerleştirdim ve korkuyla açtım. Ekranı kırılmamıştı. Bu güzeldi. Her bilgisayarı dışarı çıkardığımda kırılmasından korkarak çıkarırdım.

Bu hayatı korkarak yaşıyordum.

Derin bir nefes verip üstümdekileri çıkardım ve pijamalarımı giyinip yatağıma yerleştim. Aklımda yeşermeye başlayan anılarla içimi tuhaf bir his kaplamıştı.

Mavi gözleri, geniş omuzları, uzun boyu, keskin yüzü, içi ürperten bakışları. Metrobüste gördüğüm birinden bu kadar etkilenmem normal değildi. Kafamı iki yana salladım düşünceleri savuşturmak istercesine.

Pek bir işe yaramamıştı. İsmi neydi acaba. Fatih? Buğra? Anıl? Bunu hayatım boyunca öğrenemeyecektim.

Annemin odama girmesiyle bakışlarım kapıya döndü.

"Naptın bugün." Arada gelir halimi hatırımı sorardı. Aslında aramızdaki bu iletişim sorunun temelini tam olarak çözemiyordum.

Eskiden böyle değildi. Eskiden baya iyiydik. Eskiden anne-kızdım ama şimdi sanki değildik. Şimdi neydik bir isim bile bulamıyordum.

"Aynı kursa gittim geldim, senin nasıldı?" Omuzlarını umursamaz bir şekilde silkeledi.

"Hiç aynıydı benimde. Geç yatma sabah odanı toplamadan da çıkma." Son zamanlardaki tek iletişimimiz odanı toplaydı. Toplamayacaktım.

"Toplarım." Odadan çıkmasıyla derin bir nefes verip yatağımın yanında olan masaya uzandım ve odamı aydınlatan sarı lambayı kapattım.

Odam siyahlara esir olmuştu, ruhum gibi.

Wattpad de erişim engeli varken yeni kitap yayınlamak ne kadar mantıklı bilmiyorum ama buradayım.

Bölümler çizgi studio ya daha önce geliyor bilginiz olsun ordan okuyabilirsiniz.

Bol öpücüklerle -sev

YEKPAREHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin