1

240 23 41
                                    

***

Sırtımı bir söğüt ağacına yaslamış oturuyordum. Dizlerimde kendimi bildim bileli takıntılı gibi okuduğum kitabım sırtüstü uzanıyordu. Hava oldukça güneşliydi ve uzaklardan tatlı bir rüzgâr esiyordu zaman zaman. Gökyüzü o kadar temizdi ki yıldızları görebileceğimi dahi düşündürmüştü bana. Ayın gri çillerini rahatlıkla seçebiliyordum, engin maviliği nokta boyutundaki uçaklar ve arkalarında bıraktıkları beyaz kuyrukları yarıyordu ara sıra. Gözlerden uzakta, huzurlu bir yerdeydi ağacım. Okuldan kimsenin gelmeye tenezzül etmeyeceği kadar sessiz bir bölgedeydi ama her açıyı görüyordu. Sahada antrenman yapan basketçileri görebiliyordum mesela. Tepelerini kavuran güneşe rağmen bitmek bilmeyen bir hırsla idmana devam ediyorlardı. Ben gelmeden önce de oradaydılar.

Zilin sesini duyduğumda uyuşuk uyuşuk ayağa kalktım. Pantolonumu temizlemeden hemen önce ayracımı kaldığım yere bıraktım ve kimseye alay konusu olmayayım diye kitabı okul gömleğimin altına sakladım. Kitap okuduğum için dalga geçmezlerdi tabii ki, kitabın adı "Charlotte'un Sevgi Ağı" olduğu için geçerlerdi. En sevdiğim kitaptı bu benim. Ne zaman kötü hissetsem ya da bir şeylerden kaçmak için yol arasam ona koşardım. Dünyanın acı gerçekliğinden çekip koparırdı beni. Yine de hali vakti yerinde, burjuva bir ailede büyümüş lise sona giden bir ergen ne kadar dertli olabilirse o kadar dertliydim sanırım.

Geç kalmamak için gösterdiğim onca çabaya rağmen sınıfa girdiğimde öğretmen çoktan masasına oturmuş haldeydi. Beni görünce "Günaydın Kyungsoo." dedi, birkaç kafa bana döndü ancak uzun sürmedi. Ona küçük bir baş selamı verdikten sonra doğruca arkalardaki yerime geçtim. Kitabı sakladığım yerden alıp hızlıca çantama soktum ve defterlerimi çıkardım. Sınıf yavaş yavaş doluyordu.

Kapıdan giren bir sonraki isim Kim Jongin'di. Sınıfa girişi bana güneş ışıklarının ağaçlar arasından süzülüşünü, camdan yansıyıp yüzüme vuruşunu anımsattı. Yüzündeki sevecen ifade yumuşacıktı ve en az güneş ışığı kadar da sıcaktı. Onu izlememek elde değildi sahiden. Pek de romantik şeyler hissetmiyordum Jongin'e karşı, yalnızca güzelliğini takdir ediyordum o kadar. Siyah saçları, kavruk teni, keskin çene hatları ve kendine özgü havası ile ilgi çekici bir çocuktu. Onun hakkında her şey ilgi çekiciydi gerçi. Neden bu okula geldiğini sorgulayacağım kadar zenginlerdi bir kere. Hakkında birkaç fısıltı ve efsane dışında pek bir şey bilinmezdi. Kendini ve ailesini saklamak konusunda en az benim kadar başarılıydı. Kısa ve öz konuşur, çok fazla insanla muhatap olmazdı. Dışarıdan bakıldığında kıskanılacak bir arkadaş çevresi vardı ve kafa insanlara benziyordu hepsi. Kısacası benim sahip olmadığım her şeye sahip biriydi Kim Jongin.

"Kyungsoo!?" Bayan Tiffany'nin sesi tepemde çınlayınca irkilip başımı kaldırdım. Gülen ve şakadan kızan gözlerle bakıyordu bana. "Gündüz sefanı bozduğum için özür dilerim ama soruma cevap bekliyorum."

"Özür dilerim." dedim kulaklarım yanarken. "Soruyu tekrar alabilir miyim?"

"Talihsiz aşıklar kuramını açıklamanı istemiştim senden."

Ben gergince kıpraşıp boğazımı temizlerken Bayan Tiffany de masaya geri dönüp bana baktı. Bütün sınıfla birlikte.

"Talihsiz aşıklar, Romeo ve Juliet ile edebiyat dünyasına girmiş bir kavram. Romantik açıdan bakıldığında kaderleri yıldızlarda yazılı olan iki aşığın yeryüzünde birleşememelerine karşılık gelir. Edebi anlamda ise dış etkenler tarafından birbirlerinden ayrı konulmuş, sınıfsal ayrılıklar nedeniyle kavuşamamış sevgilileri temsil eder."

Lafımı bitirdiğimde Bayan Tiffany'nin yüzündeki gururlu ifade ile elimde olmadan gülümsedim. Bittiğini düşünmüştüm ancak farklı bir sorusu daha vardı.

One Kiss Is All It TakesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin