4

106 16 3
                                    

JONGIN

Yaza iyice yaklaşırken okul içi turnuvalar başlamıştı. Sezon genelde futbol ile açılır, basketbol, hentbol ve voleybol ile devam ederdi. Bu sene artık ne olduysa fikirler değişmiş, sıralar karışmıştı. Sonucunda da sezonun ilk günü, kadın voleybol turnuvası için spor salonuna dizilmemiz bekleniyordu. Koridorlar bomboştu ve bahçede de çıt çıkmıyordu. Kyungsoo'yla birlikte gitmek için anlaşmıştık ve dolapların orada beklememi söylemişti ama kendisi görünürlerde yoktu.

Neredesin
Geldim ben dolaplara

Birazdan başlar maç

SOO

Kütüphanedeyim, az kaldı
İstersen sen git. Arkandan gelirim?

Derince bir iç çektim ve telefonu cebime attım. Tek başıma burada dikilip beklemek istemiyordum, onsuz gitmek de olmazdı. İşinin ne kadar "az" kaldığını da bilmediğim için en iyisi kütüphaneye gideyim diye düşündüm. Koşarken koca bir koridordu ve iki bitmek tükenmek bilmeyen merdiveni aştım.

Kütüphanemiz çok da ahım şahım değildi. Sayfaları çürümeye yüz tutmuş ansiklopediler ve bağışçıların gönderdiği sıkıcı akademik kitaplarla doluydu. Soo'yu da bu kitaplarla dolu bir kitaplığın dibinde, yere oturmuşken buldum. Ne yaptığını soracakken elindeki kitabı görüp sustum. Yanına gittiğimde kafasını kaldırdı, eğilip oturmak zorunda kaldım.

"Selam."

"Kusura bakma, şunu bitirmem lazım."

"Romeo ve Juliet. Hâlâ bunu mu okuyorsun?" diye sordum kitabına bakıp.

"Hâlâ derken? Haftaya sözlü var, biliyorsun değil mi?" Kaşlarını kaldırmış bana bakıyordu. Sözlü mü vardı?

"Biliyorum." dedim, yalandı tabii. "Çoktan okudum ben." İlk üç sayfasına bakmıştım sadece ve uykumu getirince bırakmıştım.

"At yalanı..."

Gülüp hiçbir şey demedim ve tekrar kitabına döndüğünde onu izlemeye başladım. Düzen takıntısı olan insanlar tanımıştım, amcam simetri hastasıydı en basitinden ama Kyungsoo'nunki başkaydı; sayfaları açışında bütün bunlardan çok daha farklı bir özen vardı. Bunu farkında olarak yapmıyor gibiydi. Dünyalar arasında geziniyordu sanki. Neden bilmem, onu bu doğal halinde izlemek çok hoşuma gitmişti.

"Bana bakmaya devam edersen odaklanamam. Git oyun oyna, bir şey yap."

"Sana bakmıyorum."

"Aynen." dedi kısık sesle. Yüzümdeki sırıtış daha da büyüdü.

"Ne zaman biter?"

"Son dört sayfa."

Yeniden kapadım çenemi ve dediğini yapıp telefonumu çıkardım. Oyunlara meraklı bir insan olmadığım için birkaç mesajı yanıtlayıp bitirdim işimi. O da zaten kitabı bitirmiş, eşyalarını topluyordu.

"İade edeyim, gideriz."

"Tamam." dedim uysallıkla. İade bürosuna gittiğimizde çabucak halletti işini. Yeniden koridora çıktığımızda uzanıp elini tuttum. Şaşırmış görünüyordu.

"Koridor bomboş?" dedi bana bakıp. Omuz silktim. "Farkındayım."

"Ne gerek var o zaman?"

"Belli olmaz, oradan buradan birileri çıkabilir." Sadece elini tutmak istedim çünkü iyi hissettiriyor, demeyi ne çok isterdim...

One Kiss Is All It TakesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin