6

104 17 5
                                    

JONGIN

Kyungsoo'yu saat dokuzda alacağımı söylemiştim fakat içime sinmeyince yaklaşık on dakika erkenden kapısının önünde bittim. Telaşlanmasın ve rahatça hazırlansın diye hiç rahatsız etmemiştim. Ta ki annesi çöp atmak için dışarı çıkana kadar.

Beni kapının önünde oturur vaziyette bulunca önce korktu. Göğsüne götürdüğü elini indirip güldüğünde Kyungsoo'ya ne kadar benzediğini düşündüm.

"Jongin? Niye yerde oturuyorsun yavrum, zile bassaydın ya?"

"Günaydın Bayan Do. Sorun yok, on dakikaya çıkacağız zaten." Durup bir saniyeliğine haberi var mı yok mu diye düşündüm ama artık çok geçti.

"Soo'yu çağırayım-"

"Yok gerek yok! Ben erken geldim biraz, hazırlansın o."

"O zaman gel içeride bekle canım? Ilık bir şeyler iç, yorulmuşsundur. Gel."

Ricasını geri çevirmedim. Beni salona aldı ve kendisi mutfağa geçti. Onu görebiliyordum çünkü batı tipi mutfakları vardı bizimkinin aksine, salonla birleşikti.

"Nereye gidecektiniz? Soo'ya sordum ama geçiştirir gibiydi."

"Seçmelere katılacağım da Kyungsoo bana destek olmak için gelecek."

"Öyle mi! Harikaymış. Ne seçmeleri bu?"

Ne diyecektim şimdi? İdollük? Çok... Yavandı. Şarkıcı olacağım desem...

"Yetenek." dedim ansızın. "Dans edeceğim." Yüzündeki anlamsız ifadeyi görünce azıcık açıkladım. Kadıncağızın oğlum kimlerle takılıyor diye düşünmesini istemiyordum.

"Yaaa, ne güzel. Hiç fırsatım olmadı seni izlemeye ama umarım emeklerinin karşılığını alırsın canım."

Mutfaktan çıkıp yanıma geldi, elime bir bardak tutuşturduğunda şöyle bir koklayıp ilk yudumu aldım. Ne çok şekerli ne de acı bir içecekti. Tam da ne olduğunu soracaktım ki merdivenlerden bir tufan indi. Sahiden bir tufan. Hayatımda bu kadar hızlı hareket eden bir insan görmemiştim daha önce.

Kyungsoo mutfağa koşuyordu. Ellerinden biri kahverengi saçlarına girmiş, gür tutamları dağıtmakla meşguldü. Üzerinde soluk mavi bir tişört vardı ve altına da koyu renkli bir kapri giymişti. Yaz için gayet uygun bir kombindi; benim simsiyah halime nazaran çok daha canlı duruyordu.

Beni görünce hızını kesti aniden, dengesini yitirdi ancak düşmedi. Kapı pervazına tutunurken "Jongin!" diye bağırdı. "Geç kaldım diye aklım çıktı. Ne içiyorsun?" Kaşlarını çatarak sorduğunda annesine baktım. "Zencefilli, limonlu su."

"Çocuk tuvalette mi kalsın anne ya, sabah sabah..."

"Kalır mıyım?" diye sordum. Annesi ona kötü bir bakış atıp omzumu pat patladı.

"Kalmazsın tabii ki canım, Kyungsoo ve serserilikleri işte."

Dediği doğruydu sanırım çünkü Soo bana bakıp şeytan gibi gülümsüyordu. Bunun intikamını sonra alırdım.

"Hadi çıkalım."

Bardağı bırakmak için kalkmıştım ki annesi elimden aldı ve bize kapıya kadar eşlik etti. "Başarılar diliyorum canım." dedi yolcularken. Ona teşekkür edip saatime baktım. Tam dokuzdu.

"Annen gelmiyor mu?" diye sordu Soo yürümeye başladığımızda. Tren istasyonu yakın olduğu için bisikletlerimizi almamıştık.

"Gelecekti aslında ama şu sıralar pek iyi değil. Evde kalıp dinlensin istedim." dedim. Kyungsoo daha fazla soru sormadı. Çok talihsiz bir vakte denk gelmişti bu seçmeler. Yani aslında babamın işi talihsizdi. Aksi gibi telefonlarımızı açmıyordu, anneme sorduğumda kendisinin de ulaşamadığını ve büyük ihtimalle çok meşgul olduğunu söylemişti. Ben de böyle olduğunu umuyordum aksi takdirde gelmemek için hiçbir sebebi yoktu. Hiçbir etkinliğimi kaçırmazlardı ve onlarla gitmeye alışmıştım, bana güven aşılıyordu varlıkları.

One Kiss Is All It TakesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin