(3) pazar sabahlarının en tatsızı

124 13 13
                                    

İç açıcı olmayan bir pazar sabahının ortasındaydım. Babam evde yoktu, işteydi. Haftanın yedi günü işe gidiyor olması bazen işime gelse de çoğunlukla ne kadar yalnız olduğumu hatırlatıyordu bana. Odamdan çıkıp mutfağa girdiğimde her seferinde olduğu gibi gözlerim yine annemi bulduğum o yere, çekmecelerin önüne takıldı. Boğazımda oluşan düğümle yutkunmaya çalışarak gözlerimi tezgaha çevirdim. Dün yine uykumdan çığlık çığlığa uyanmam sonucu benimle ilgilenmekten uyumaya vakit bulamayan babam geç kalkmış olmalı ki adam akıllı kahvaltı edememişti. Bunu tezgahta duran içi hala mısır gevreği ile dolu sarı kase ve yalnızca birkaç yudum alınmış kahve bardağından anlayabilirdik.

Lavaboda duran kalan bulaşıklara da küfürler sayıştırarak ortalığı topladım. Bir yandan belimden düşüp duran kareli lacivert-siyah pantolonumu da her seferinde yukarı çekmek, stresten kilo verdiğimi fark etmek sinirlerimi altüst etmişti. Gergindim. En ufak olumsuz durum batıyordu artık.

Elimdeki bezi tezgaha fırlatıp tuvalete gittiğimde elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Babam gece oldukça terlediğimden tişörtümü çıkarttığı için yarı çıplak şekilde aynaya baktım. Siyah düz saçlarım karman çorman haldeydi. Kâküllerimin bir tarafı yukarı kalkmış bir tarafı ise gözlerimin içine girecek şekilde içe dönük duruyordu. Yorgun kızarmış gözlerime, dişlemekten çatlamış dudaklarıma, şişmiş göz altlarıma, titrek kirpiklerime baktım sonra. En fazla birkaç saniye dayandım. Her bakışımda ağladığım anlar geliyordu aklıma ve bu gururumu çiğniyordu. Biliyorum, ağlamak sorun değildi. Güçsüzlük hiç değildi ancak sürekli sorumlu olmadığım olayların acısını çekiyor olmam gerçekten fazla geliyordu bir yerden sonra.

Motivasyonumu, hevesimi kaybettiğim için sporu bırakmış olmama rağmen belli olan karın kaslarıma ilişti gözlerim. Bunu abur cubur sevmememe borçluydum sanırım. Yine de dış görünüşüm artık takıldığım bir durum değildi. Aşamadığım çok şey vardı ve bir de bunu dert edemezdim, önemli olanın mental sağlığım olduğunu biliyordum. Baekhyun da keşke bunu bilseydi.

Onu anmamla duraksadım. Sahi, ne yapıyordu acaba? Cumadan bu yana hiç görüşmemiştik. Yalnızca bir gün iletişim kurmamış olmamıza rağmen yanımda olmayışı upuzun bir merdivenden itilmiş ve yuvarlanmışım hissi veriyordu. 1 ay olmasına rağmen yanımda durmasına çok alışmıştım. İç çekip odama döndüğümde beyaz askılı bir tişört giydim. Ev sıcaktı fakat üstsüz durmak rahat hissettirmemişti.

Saat on iki-bir civarıydı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Baekhyun'u aramalı mıydım?Hayır, saçma olurdu. Konuştuğumuz süreçte bile her ilk mesajı o atıyor, tüm aramaları kendisi başlatıyordu. Genelde meşgule atıp mesajlarını görmezden gelen benim yapacağım bir davranış olmazdı onu aramak. Kendi haline bırakmaya karar verdim. Belki ders çalışsam daha iyi olurdu. Odama döneceğim sırada çalan zille duraksadım. Babam işten bu kadar erken dönecek gibi durmuyordu.

Kim olduğuna bakmadan kapıyı açtığımda keşke baksaydım diye içimden geçirdim. Çünkü karşımda asla görmek istemediğim bir manzara beni selamlamıştı. Ucube takımı tam ayarında eksiksiz bir araya gelip kapımın önünde dikilmişler, tüm gözleri üzerime çevirmişlerdi. Tek kelime etmeden kapıyı açtığım gibi suratlarına çarptım. Zaten yüzlerini görmediğim şurada iki günüm varken bir günümü daha harcamak istemiyordum. Hem, ne alakaydı gerçekten? Evimde ne arıyorlardı?

Kapının ardından Jongdae'nin imalı imalı "Ne hoş bir karşılama." dediğini duydum. Son derece memnuniyetsiz gözüküyordu. Küçük gözden tekrardan baktım. Baekhyun'un yüzündeki gülümsede en ufak bir değişim olmazken sabırla ve sinir bozucu bir pozitiflikle kapıyı tekrar çaldı. Göz devirip "Evimden siktir olup gidin." diye seslendim. Hemen ardından Sehun "Naz yapıyor ya." dedi kıkırdayıp. Çakır gibi gelmişti çatlak sesi, artık bu çocuğun ayık mı sarhoş mu olduğunu ayırt edemiyordum ve anlamaya çalışmayı da bırakmıştım.

koşma yorulduysan #chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin