Ilık bir akşamüstü, Brentwood sokaklarında, ışıklara aldırış etmeden süratle ana caddeye sürüyoruz. Westside'ın en iyi restoranlarından biri olan Vincenti'ye yetişmem gerekiyor. Daniel'ın motorunun arkasında, gecenin devamı hakkında kötü senaryolar kurarken bıkkın bir vaziyetteyim. Oldukça berbat geçen birkaç günün ardından bu hızlı yolculuk, plansız bir aile yemeği davetine kıyasla başımı biraz bile olsa döndürmüyor. Kararan hava ile daha da belirginleşen Los Angeles'ın meşhur neon ışıkları bu sefer beni neşelendirmek yerine rahatsız edici bir şekilde gözümü alıyorlar. Önümde beni vaktinde yetiştirmeye odaklanmış olan Daniel'a biraz daha sıkı sarılıyorum ve başımı sırtına yaslıyorum. Vincenti'nin altın sarısı vitrinini önümüzde belirene kadar bu şekilde yola devam ediyoruz.
************************************
Pahalı içki, lezzetli yemekler ve piano solosu... Bay Hans geciken konukları dışında herkese ve her şeye bu gece için minnettar. Kısa bir bekleyişin ardından masadakileri daha fazla mahçup etmemek için servisi başlatıyor ve başlangıç tabaklarını beklerken hafif içkilerini yudumlayarak hoş bir sohbete dalıyorlar. Hans'ın eli birkaç defa geciken konuğu sormak üzere telefonuna gitse de her seferinde gelmeyeceğinden emin oluyor. Bu yüzden restoranın kapısının eşiğinde üstünde yırtık bir şort ve ucuz beyaz askılısıyla, buraya yanlışlıkla uğramış gibi görünen kızını görünce ilk birkaç saniye afallıyor. Neyseki en iyi bildiği iş durumu kurtarmak olan tecrübeli Hans yavaşça şampanyasını onlara doğru paspal botlarıyla yaklaşan kızına kaldırıp masadakilere sahte bir gururla tanıtıyor:
"İşte size hep bahsettiğim kızım Gwen."
Yavaşça doğruluyor ve kalkıyor, uygunsuz görüntüsü hakkında tek bir yorum yapmadan kızına sarılıyor:
"Geldiğin için teşekkür ederim."
************************************
Görünüşe göre Zoe çok zarif ve kültürlü bir kadındı. Görgü kurallarını çok iyi biliyor, zekice espriler yapıyor ve bana çok sıcak davranıyordu. Onu üzmek istemedim ve nezaketine karşı gülümsedim, ileride ne olursa olsun aramızda bir mesafe olacaktı ancak ona karşı tavır almak gereksiz ve yersiz olurdu.
Bana okul ve yaşamım hakkında sorular soruyor, belli ki beni tanımaya çalışıyordu. Tüm sorularına derine inmeden yüzeysel cevaplar verdim, en sonunda Zoe dikkatini üzerimden çekip babama verdiğinde, çaktırmadan, bunun uzun zamandır içtiğim en iyi içki olduğunu düşünerek, şampanyaya gömüldüm ve restoranın koca vitrinin arkasından sokağı izlemeye başladım.
************************************
Bu bir tanışma yemeğiydi, beş yıl önce annemi İzlanda'da bırakıp Amerika'ya taşındığımızdan beri Zoe, babamın hayatına giren, en azından benim bildiğim, tek kadın olmuştu. Şimdi o, büyük oğlu Jackson, babam ve benim aynı masada oturuyor olmamızın nedeni işlerin bir hayli ciddiye binmesiydi. Yaklaşık bir senedir her seferinde tanışmaktan kaçtığım bu kadını ilk defa canlı görüyordum ve bunun tek bir sefere mahsus olması için dua ediyordum. Onlara karşı sempati beslemek en son isteyeceğim şeydi, bu yüzden gece boyu onlarca kez kendime bir kez daha formaliteden bu masada oturduğumu hatırlatmak zorunda kaldım.
Zoe zümrüt yeşili şık bir gömlek giymişti, gümüş aksesuarları ve bakımlı sarı saçları vardı. Babamla ne kadar iyi anlaştığını görmek, babamın gözlerindeki nezaket, ses tonundaki saygı ve sıcaklık, bunca yıldır anneme tek bir kere bile göstermediği her şey... Dışarıdan bir göz için mükemmel bir ilişki tablosu çizerken bana sadece hüzün veriyordu. İçten içe kızdığım kişinin Zoe olması da benim tarafımdan acımasızca hissettirdi, sadece çocukça aptal bir duyguydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASKELERİN ARDINDA
Romance"Serseri taklidi yapmayı bırak sen onlar gibi değilsin. Bir kez olsun, bir kez olsun sadece gerçek seni görmek istiyorum. En azından bana bunu ver."