Grinin Tonları - Efe Elmastaş

26 1 1
                                    

 Bugün on beşi... Zaman; yokuş aşağı giden, freni patlamış kamyon gibi yanımdan geçti. Toz duman içinde kör oldum. Sanki grinin hiç keşfedilmemiş tonları arasından bir buluta bindi ve gitti. Bağırdım. Gidişine bir sebep aradım, bulamadım. En sonunda düşünmekten vazgeçip hayatıma daldım ama olmadı.  Aklımın bir ucunda hep beni çağırdı.

 Daha çiçekler bile göstermemişti kendini. Sabah, işe gidiş saatlerimizde güneş bile doğmamıştı. Baharı kucaklayacaktık. Köşedeki, adı bende saklı o ağaçtan helallik alacaktık. Artık sokak lambaları yanmıyorsa da dinmedi soğuklar ve çöp tenekesinin altında titreyen köpek yerini terk etmedi. Peki o nerede şimdi?   

 Hatırladığım, bir Pazartesi sabahı telaşıydı. Pazar'dan artakalan yorgunluk, haftanın ilk iş günü tarafından devralınmıştı.  Onu gördüm apartman kapısının yanındaki aynada, yüzü aydınlanmıştı. Canlılığı apartmanın o izbe köşesini maviye, sarıya, kırmızıya boyamıştı.  Gözleriyle beni selamladı, birlikte çıktık. Bir nolu dairedeki teyzeyi uyandırmamak için demir kapıyı yavaşça kapadık. " Neler yaptın?" diye sordu, "Hiiiç"  diye cevapladım. Aslında ben böyle soruları hep "hiç" diye cevaplarım.  Gülümsedi, "Ne yapacaksın?" diye sordu, duraksadım. "Aynı" dedim. Gene aynı. Gittiğim iş, çalıştığım bant, fabrika girişinde kart gösterdiğim zevat bile aynı. Peynire ulaşmak içi kurulan bir fare çarkı...

 Bunların hepsini biliyor. "Başka çare var mı?" diyorum, susuyor. Çenesi kapanıyor. "Hep vardır" diye inceden mırıldansa da artık kâr etmiyor. Küçük yağmur adımlarıyla yürüyoruz. Hayat o an ikimizin de dudaklarını mühürlüyor. İşe vardığımda onu ardımda bırakıyorum. Arkama dönüp şöyle bir bakıyorum, içim sızlıyor.


 Halbuki ne çok hırpalanıyor. Kurmak istediği uzun cümleleri, kelimelerin en kısasıyla bölüyorum, yeri geliyor sözlerimle dövüyorum. O yine de her sabah benimle yürüyor. Göremediğim bir şey görüyor bende. Bilmiyorum.

 Akşam eve vardığımda içimde bir keder... Genelde olandan, günün bıkkınlığından farklı bir şey. Aç bile değilim. Ceketimin cebinden bir sarma sigara çekip içtim, hafifledi. Sade bir kahve koydum, geçti. Televizyona bakındım. "Bir bok yok" diye içimden geçirdim, vurdum kafayı yattım. Sabah olacak gene aynı güne uyanılacak.  "bir yazan varsa eğer fikri beter" geçti içimden, uyudum.

 Sinir bozucu alarma uyandım, hava karanlık. Soğuk taşa basıp ayıldım. Giyindim, yatağımı bile toplamadım. Hem niye toplayayım ki; eninde sonunda tek yatacağım. Şehir efsanelerinin mitlerden beter olduğu tekrar onaylayıp akşamdan kalan kahvemi yudumladım. Evin kapısını kilitlerken onun beklediğini hatırladım. Seri adımlarla merdivenleri inip yanına vardım.

 Yoktu. Her zaman beklediği köşe gri renginde ve soğuktu. "Nasıl olur? Nereye gider?" Çıktım, apartmanın çevresini şöyle bir turladım. Marketin önüne, çöp tenekelerine ve arabaların altlarına baktım. Sonra kafam attı, yürümeye başladım. On adımda bir durup gözlerimle onu aradım. Bir ara yağmurlu bir sabahın ıslattığı sokağımı seyre daldım ama fazla kalamadım. İşe vardım ve kötü düşünceleri kafamdan ayıkladım.

 O gün bu gündür hiç haber alamadım. Kimseye de soramadım. Bazı geceler çıkıp aradım ama bulamadım. Yan mahalleye gittim, izine rastlamadım.  Kala kala bir tek yürüdüğümüz sokak kaldı bana. O da bir gün giderse ne yaparım?     

Sayı'10Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin