Küçükken, şimşek çaktığında gökyüzünün çığlık attığını düşünürdüm. Şimdiyse Macchu Picchu'da yağmurun söndüremediği bir ateş yakmıştım ve gökyüzü tepemde, benim yüzümden çığlık çığlığaydı.
Önünüze çay ve kahve konulduğunda seçim yapmak kolaydır ama bazen seçenekler bu kadar basit olmaz. Benim önüme konulan seçenekler bu kadar basit değildi.
Büyünün başarıyla gittiğini anlayabiliyordum. İlk kez sihri bu kadar somut bir haldeyken görüyordum. Anael, ateşin ilerisindeydi. Will, benden birkaç adım geride, Jamie'nin elini tutuyordu. Başımı çevirince Nate'in kımıldamadan bir taşın üzerinde hala uyuduğunu gördüm. Hiçbiri nefes almıyor gibiydi. Yeniden ateşe baktım. Ateşin üzerinde parlaklıklar oluşmaya başladı. Toz kümelerini andırıyorlardı. Yavaş yavaş renkler birbirinden ayrıldı ve sağ taraf kırmızı, sol taraf da mor ışık huzmesiyle aydınlandı. Çatırdayan ateşin alevleri bazen fazla yükselerek parlaklıklara karışıyordu. Bunları gören sadece ben miydim bilmiyorum ama her iki ışık kümesinin de ne anlama geldiğini çok iyi biliyordum. Onlar benim seçeneklerimdi. Kırmızı, Tasha'yı simgeliyordu. Saçlarını ve güçlü büyülerini belki... Kırmızı, çok uzun zamandır bana Tasha'yı hatırlatıyordu. Ve mor, kaybettiğim diğer herkesti. En başta da hiç kazanamadığım ailemdi. Bana neden moru hatırlattıklarını bilmiyorum. Birçok sebebi olabilirdi. Aklıma ilk gelen şey onları canlı gördüğüm son sabahtı. O sabah onları kahvaltı yaparken bırakıp gittiğim mor masaydı. Tasha'nın muhtemel geri dönüşü gözümde canlandı. Artık yapabileceklerinin sınırları olmayacağını biliyordum. Sonradan melek olan birinin büyüsü tarafından yeniden hayata dönecek olan bir Caracalla cadısı... İmkansızın gerçekleşebileceği en iyi kişiydi o. Oysa mor ışığın içinde, düzeltilebilecek çok şey vardı benim için. Pişmanlıklar, inkarlar, öfkeler, kırgınlıklar... Hepsi hemen avucumun içindeydi sanki.
Neyi seçeceğimi biliyordum.
Parmaklarımı, Katalia'nın bana verdiği ve yakamda asılı duran broşun üzerinde gezdirdim. Sonra da elimi mor ışığa doğru uzattım. Büyünün ikinci kısmını başlatmadan önce derin bir nefes aldım ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu seçimime ileride pişman olma ihtimalim çok yüksekti. Böyle bir fırsatı sonsuza kadar teptiğim için kendimi hiç affedemeyecektim belki de... Ama büyük adımların zor kararlarla atılacağının farkına varalı uzun zaman olmuştu.
Mor ışığı elimin tersiyle dağıttım ve avucumu kırmızı ışığa doğru açtım. Ateşi ve kırmızıyı birleştirmeden önce morun yavaşça dağılışını izledim. Değer verdiğim birçok insanın kurulma şansının yok olmasını... Gözümden bir damla yaş aktığını dudağımdaki tuzlu tadı alana kadar fark etmemiştim. ''Özür dilerim.'' diye fısıldadım artık neredeyse tamamen yok olmuş morluğa. O an içimden geçirdiğim tek şey özrümü annemin ve babamın duymuş olmasıydı. Çünkü bu basit bir özür değildi. Onlara karşı hissettiğim, düşündüğüm her şeyin iki kelimeye sığmasıydı.
Etrafa birden yayılan beyaz bir ışık gözlerimi istemsizce kapatmamı sağladı. Birkaç saniye sonra gözlerimi yenien açtığımda ateş sönmüş, yağmur dinmişti. ''Bir şeyi yanlış mı yaptım?'' diye sordum Anael'e.
Başını sağa sola salladı ve ''Hayır.'' dedi. ''Ateşi yarım saat sonra yeniden yak. Büyünün ikinci kısmı o zaman başlayacak. Şimdilik sadece hayat perdesini açtın. Tasha'nın ruhunun yeniden bütünleşmesi gerek. Sen de bu sırada dinlen biraz. Büyü bittiğinde tüm gücünü yitirmiş gibi hissedeceksin. Enerjini koru.'' Duraksadı ve bana doğru birkaç adım atarak yüzümü uzun uzun inceledi.
''Tasha'yı seçmeyebilirdim. Bana neden bu şansı verdin? Eğer diğerlerini seçseydim buna hoşgörülü şekilde yaklaşacağınız düşüncesine inanmıyorum.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Kanatlar 2: Düşüş
FantasiaGölgemin beni terk etmesinden korkuyordum. Asıl planlarının beni bu hale getirmek olduğunu öğrendikten sonra kendini göstermişti bu korkum. Gölgem farklıydı. Ben farklıydım. Daha hiç yükselemeden düşmüştüm.