《5》Cinq

17 3 6
                                    


Kulübeyi bitireli birkaç hafta olmuştu. Neredeyse her gün oraya gidiyorduk. Bana kitap okuyordu fakat kitap oldukça kalındı ve genelde sadece birkaç sayfa okuyordu. Sonrasında hep sohbete dalıyorduk. Hava sıcak olduğu için yaptığım çeşit çeşit soğuk içecekleri termoslara doldurup götürüyordum. İçeceklerimizi içerken önemsiz konulardan konuşuyorduk. O günden sonra bir daha yönelimlerimizle veya benzer bir şey ile ilgili bir konu açmadık. İkimiz de anlaşmalı gibiydik. Onun yaraları vardı, çok konuşmak istememesi normaldi. Ben de bu yüzden çok üstüne düşmüyordum. 

Her gün olduğu gibi yine öğlen buluştuk. Ah, söylemeyi unuttum: artık saat 5'te buluşmuyoruz. Çünkü beraber geçirdiğimiz vaktin bu kadar sınırlı olması üzücüydü. Artık hava erken kararmaya başladığı için de daha erken ayrılmak zorunda kalıyorduk. Bazı geceler yatağımda uzanırken bir geceliğine onunla kulübede kalmanın nasıl olacağını hayal ediyordum. Fakat bunu gerçekleştirmek imkansız gibi bir şeydi. Bulunduğumuz yer oldukça ıssızdı ve Taehyung'un eşcinsel olduğunu düşünürsek...ailesi izin verir miydi, bilmiyorum.

Bunları düşünmek yerine tekrar bir içecek hazırlamak için mutfağa gittim. Bugün oldukça basit bir şey yapmak istiyordum. Muzlu süt? Tam aradığım şey. Hızlıca hazırlayıp termoslara doldurdum. Sözleştiğimiz gibi kulübeye gittim, onu bekledim fakat gelmedi. Telefonumu çıkarıp aradım. 

"Taehyung-ah, neredesin?"

"Geliyorum. Kek yaptım ve pişmesini bekledim. Geç kaldığım için özür dilerim.

"Özür dilemene gerek yok. Dikkatli gel."

"Sen beni gerçekten çok güçsüz sanıyorsun, korumacı olmanı seviyorum a-"

"Kekler için söylemiştim."

"Ah...Birazdan ordayım."


Telefonu kapatmıştı. Tatlı çocuk. Demek korumacı olmamı seviyorsun, ha?

Birkaç dakika sonra anahtarıyla içeri girdi. Kekleri minik sehpaya bırakıp yanıma oturdu.  Az önceki konuşmada utandığı belliydi çünkü yanaklarının pembeliği hala geçmemişti. Son zamanlarda onu utandırmak gibi bir hobi edinmiştim ve bu gerçekten çok eğlenceliydi. Benim için heyecanlandığını görmek, harikaydı. Özellikle ikimiz ile ilgili bir durum söz konusu olduğunda eli ayağına karışıyor, hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Üstüne bir de sanki fark etmiyormuşum gibi çaktırmamaya çalışıyordu. Yine öyle yaptı. Sohbet etmek yerine bir bahane buldu. "Kitap nerede?" Kitabı zarif ellerine bıraktım ve termoslardan birini ona verdim. "En sevdiğim içecektir kendileri."  Termosu açıp ağzına götürdü ve bir yudum aldı. "Muzlu süt mü?" Başımı salladım. "Tanrım, sanırım gerçekten aşçı olmalısın." Omuz silktim. Çünkü hala bir karar vermemiştim. "Okumayacak mısın?" Sorumla beraber kitabı okumaya başladı.

"...Her ne olursa olsun, bu sefer söylemeliydi. Kalbini onun önüne serip bu ağır yükten kurtulmalıydı. Bir kez olsun sonunu düşünmeden hareket etmeliydi. Kendine kabul ettirmesi zor olmuştu fakat hisleri olduğunu daha fazla ne ondan saklayabilirdi ne de kendinden. Baştan sona titreyen vücudunu, onu düşünmeden rahat duramayan beynini, her şeyi açıklamak istermiş gibi gürültülü atan kalbini duymazdan gelemezdi daha fazla. Kapıdan içeri girecek ve söyleyecekti. Artık ne toplumu düşünüyordu ne de başka bir şeyi. Onu istiyordu, ona ihtiyacı vardı...Fazla geç bile kalmıştı."

"Sence araları bozulacak mı?

 Ya her şey daha kötü olursa? Ya onu da kaybederse?"

"İki ihtimal var. Biri senin söylediğin, diğeri ise mutluluk.

 "Hangisinden vazgeçmeli?" 

From FrancéHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin