beomgyu
iki parmağımın arasına sıkıştırdığım kadehimi bir sağa bir sola döndürürken konuşulan şeyleri dinlemiyormuş gibi yapıyordum ama kulaklarım ve beynim benden habersiz iş birliği içindeydi şu anda. kendimi konuşmalardan uzaklaştıramıyordum. tam karşımda ayakta dikilmiş birbirlerine bağıran iki bedenden çok çaprazımdaki tekli koltukta oturan bedenle göz göze geliyordum. bakışlarımız buradan kaçmak istediğimizi bağırırken bedenlerimiz zorundalık hissinden hareket edemiyordu.
"sana, bir daha ona elini sürmeyeceksin demedim mi daniel!"
şu an benim yüzümden çıkan bu ikiz kardeş kavgasına ne ben ne de soobin müdahale edemiyorduk, hiçbir zaman edememiştik zaten. hiçbir şey yapmadan olayların tam merkezi olmaktan bıkmışlık vardı vücudumun ve zihnimin her bir zerresinde. onlar için tırnağımın ucunu bile oynatmazken içinde bulundukları tüm kaosların sebebi bir şekilde hep ben oluyordum ve bu şekilde hedef olmaktan gerçekten bıkmıştım."anlamıyor musun? isteyerek olmadı, ona isteyerek zarar vermem!"
daniel daha sakin bir tonda ikizini cevaplarken elimde olmadan sesli bir şekilde güldüm. kurduğu cümle belki şu an için doğru olabilirdi ama sanki daha önce hiç isteyerek bana zarar vermemiş gibi konuşması komikti.
tüm gözler bana döndüğün de zaten bana bakmakta olan soobin 'eyvah' dercesine başını sağa sola sallayınca alayla güldüm sadece.
adımlarını bana yöneltip önümde eğilen yeonjun'a yavaşça döndüm ve konuşmasını bekledim. ben konuşmaya çalışmadım bile çünkü nasıl olsa bir şekilde üste çıkacaktı veya bastıracaktı beni. bir de sarhoştum işte. canım istemedi."bebeğim, söyle ne oldu? sen anlat, sadece seni dinlemek istiyorum." kaşlarımı çatıp dizlerime koyduğu ellerini ittim. "istemiyorum yeonjun. rahat bırakın beni, ikiniz de siktir olup gidin evimden ve kavganızı dışarda yapın." yeonjun'un sakin olmaya çalıştığını ama kendine engel olamadığını yaydığı enerjiden bile hissediyordum. o kadar iyi tanıyordum onu. "ayrıca da bir daha bana bebeğim falan deme." ellerini itip yerimden kalktım.
"soobin bugün benimle kalır mısın?" yeonjun'u ve daniel'ı tamamen görmezden gelip soobin'e yönelttiğim soruyla bir anlık şaşırsa da tabii deyip peşimden gelmek için ayaklanmıştı.
"çocuklar siz de gidin artık. görmüyor musunuz bu kavgalarınızın onu ne kadar yorduğunu?" soobin sert bir ses tonuyla ikisini de uyarıp benim yanıma gelirken arkada bıraktığı iki beden de hiçbir şey söylemeden evi terk etmişti sonunda.
"iyi misin gyu?" yanıma oturup başımı okşamaya başlayan bedenden güç alıp içimdekileri bir bir akıtmaya başladım göz yaşlarımdan. en azından bunu yapmam gerekiyordu.
soobin'in her zaman yanımda olması biraz da olsa beni güvende ve rahat hissettiriyordu. en azından o vardı. "bıktım ikisinden de. ilişkileri çocuk oyuncağı sanıyorlar. sırf geçmişin hatrına bazı şeylere göz yumdum ama yeter artık. ikisini de hayatımdan çıkaracağım soobin. gerekirse buradan taşınacağım." gözlerimden damlalar akarken bu cümleleri kurmak benim için yeterince zordu. son cümlemden olsa gerek soobin'in eli bir süreliğine dursa da geri okşamaya devam etmişti. biliyordum içinden geçenleri ama söylemeyecek kadar düşünceliydi.
"bunları ayık kafayla düşünürüz. hadi şimdi uyu, yarına daha dinç olacağız. olmadı bir süre yazlığa gideriz, uzaklaşırız onlardan. kafanı dinlersin, düşünecek daha çok vaktin olur." dediğini yapıp gözlerimi kapattım.
-
sabah uyandığımda yanımda hissettiğim boşlukla ilk önce etrafıma baktım ama soobin'i göremeyince yataktan kalkıp odadan çıktım ve gelen seslerden dolayı mutfağa yöneldim. soobin kahvaltı hazırlıyor olabilirdi.