2

98 15 4
                                        

beomgyu

iki saattir telefonda başımın etini yiyen taehyun'a açıklama yapmaya çalışıyordum. daha doğrusu, benden açıklama beklediğini söyleyip beni asla konuşturmayan taehyun'u dinliyordum.

"yani anlamıyorum ki ben sizin ne yapmaya çalıştığınızı! o soobin itine de soracağım gizli saklı iş yapmanın ne demek olduğunu!" oklar soobin'e de dönünce bakışlarımı ona çevirdim. taehyun'un onun hakkında bir şeyler söylediğini anlayınca gözleri açıldı korkuyla. hiç sevmezdi tartışma ortamını veya gergin konuşmaları. sürekli bu ortamlarda bulunması da manidardı gerçi.

"hayatım, sen bilmiyor musun benim başımdaki belaları? o belalarla dün yine bir kriz yaşayınca soobin bugün apar topar beni evden aldı, yola çıktık öyle. haber verecek zamanımız olmadı işte aman be!" camı açıp biraz hava almak istediğim sırada soobin benden önce davranıp camı açmıştı bile. ona dönüp havadan bir öpücük atınca suratını buruşturup yola geri döndü.

"ben sana bir sorun çıkarsa beni ara demedim mi gyu? yok abi ben gidip ikisini de dövmeden rahat etmeyeceğim." soylediği şeye göz devirip alayla gülünce soobin de ne oldu der gibi baktı suratıma.

"ay çocuk muyuz biz tae? ayrıca yeonjun senin en yakın arkadaşın kuru sıkma karşımda. neyse hadi ben kapatıyorum, bir süre bizi aramayın kafa dinleyeceğiz." cevap vermesine izin vermeden telefonu kapatıp sessize aldım. aramaya devam edeceğini biliyordum çünkü.

"amma uzattı. sanki ergenlik yıllarımdaymışım da ailemden gizli iş çeviriyormuşum gibi hissettirdi." soobin'in dediğe şeye gülerek kafa salladım çünkü haklıydı. taehyun aramızdaki en korumacı kişiydi ve hep bir olalım isterdi. birimize bir şey olduğu zaman hemen ilk o koşardı ama gereğinden fazla yükselirdi hep. kaç defa daniel'la kavga ettiğini bilmiyorum bile ki bu da aşırı saçmaydı çünkü bu bir noktadan sonra hem onu ilgilendirmezdi hem de onunla da arkadaştı sonuçta ama ben taehyun'un kafasının işleyişini anlamayı bırakalı çok oluyordu.

"daha kaç saatimiz var? çok acıktım soob."

"birkaç saat sonra varmış oluruz ama ondan önce bir yere denk gelirsek dururuz."

oflayıp gözlerimi kapatınca kendimi uykunun kollarına bıraktım.

-

"beomgyu uyan hadi." omzumda hissettiğim baskıyla gözlerimi açınca direkt dışarıdaki ağaçlar ilişti gözlerime. gelmiş miydik?

"geldik mi?" soobin'den gelen onayla içim rahatlamıştı biraz. seoul'un dışına çıkmak bana huzur veriyordu. yeonjun ve daniel dışında şehrin o gürültülü ve boğucu havasından uzaklaşmak da bunun etkisiydi.

elime aldığım valizim ve birkaç poşetle birlikte çoktan kapıyı açmış, beni bekleyen soobin'in yanına gittim. "sence bizimkilere haber vermemekle kötü mü ettik ya?" bir yanım taehyun'la konuştuğumdan beri bunu düşünüyordu. sanki onlardan gizli saklı iş yapmışız da soobin ve ben onları dışlıyoruz gibi olmuştu ama bu gerçekten aniden gelişen bir şeydi.

"onlar bizi anlarlar gyu. kendini kötü hissetme. yeonjun ve daniel itinden ne kadar çektiğini hepsi biliyor o yüzden bir iki huysuzlanmalarını dikkate alma. zaten onu yapacak tek kişi de tae, biliyorsun." söylediği şeyler içimi biraz rahatlatmıştı.

soobin'i bilmiyorum ama benim burada bir aydan fazla kalacağım kesin. iş hakkında da endişe etmeme gerek olmayacak büyük ihtimalle çünkü home ofis çalışıyorum, gerektiği zaman online görüşmeler yapıyorum. neyse ki bu konuda rahatım.

soobin valizimi alıp odaya getirirken ben de raflardaki fotoğraflarımıza bakakalmıştım. bir tanesinde ben, yeonjun ve ningning vardık. hepimizde komik maskeler vardı ve birbirimizi işaret ediyorduk. o zaman lisenin ilk senesiydi ve kendi aramızda cadılar bayramını kutlamıştık hatta alkol alamadığımız için elma suyunu viski gibi içip sarhoş numarası yapan taehyun ve daniel'ı hatırlıyorum. gerçekten güzel ve mutlu olduğumuz bir andı.

bir diğer fotoğraf sekizimizin birden mezuniyet günü çektirdiğimiz fotoğraftı. başka bir fotoğraf ben, soobin ve jimin'indi. yine bu da lisede çektirilmişti ama hangi sene olduğunu hatırlamadığım bir seneydi. soobin'in saçını pembeye boyamıştık o zaman taehyun'la girdiği bir iddiayı kaybettiği için en sevmediği renge boyamıştık saçını. fotoğrafı da boyadığımız akşam çekmiştik, jimin'lerde kalıyorduk. fotoğrafta tek somurtan soobin'di biz ise bu durumdan fazlasıyla eğlenmiştik.

böyle bir sürü anılarla dolu fotoğraflar vardı ve hepsi de çok güzeldi. rafın en sonunda gözüme yeonjun'la bir fotoğrafımız ilişti. sevgili olduğumuz zaman hatta ikinci haftamızdı ve hep birlikte kamp yapmaya gitmiştik. çadırımızın arkasında arkadaşlarımızın bizi göremeyeceği yerde birlikte otururken yeonjun beni aniden öpmüştü üstelik bu ilk öpüşmemizdi. kai de o sırada bizi ararken bu ana şahit olup fotoğrafımızı çekmişti. hayatımda hiç o gün ki kadar heyecanladığımı hatırlamıyorum.

gülümseyerek fotoğrafı elime aldım ama kırık bir gülümseme. bazen, üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin beni bir çırpıda silebilmesini hazmedemediğimi hissediyorum. nasıl? nasıl olurdu bu aklım almıyor.

"üzgünüm. bu fotoğrafı kaldırdığımı sanıyordum." soobin arkamdan belirip pişmanlıkla konuşurken fotoğrafı rafa ters bir şekilde koydum. görmek istemediğime karar verdim.

"bir şey ifade etmedikten sonra kaldırmışsın, kaldırmamışsın ne önemi var ki." beni kolumdan tutup arka bahçeye doğru çekerken ne olduğunu sorsam da cevap alamamıştım.

dışarı çıktığımız gibi etrafı saran çiçek kokuları gülümsetmişti beni. "hemen şuna bak! dedem bize oturma köşesi yapmış hep birlikte geliriz falan diye herhalde üstelik hamak da var." soobin heyecanlı heyecanlı beni çekiştirirken dediği köşe benim de gözüme çarptı.

adımlarımı hızlandırıp kendimi hamağa attığımda gülerek soobin'e baktım. "beni sonsuza kadar burada bırakmaya ne dersin?" ayağıyla kalçamdan ittirip hamağın sallanmasına sebep olunca öpücük attım ona.
"şimdi her gün bütün zamanını burada harcayacaksın değil mi?" "hayır ama sen o güzel ve hamaratlı ellerinle bize yemek hazırlarken burada biraz şekerleme yapabilirim?" ağzını buruşturarak bana bakmasına karşın gülümseyip gözlerimi kırpıştırdım karşısında "lütfen?" bana kıyamazdı.
gözlerini devirip arkasına döndü söylene söylene içeri girdi. ben de tekrar kendimi uykunun kollarına bıraktım ama bu sefer çok kısa sürmüştü.

-

gözlerimi uzaktan gelen bağrışma sesleriyle açtım ama ne olduğune henüz kavrayamamıştım. güneş hala gökyüzünü aydınlatıyordu. gözlerim güneşin ışıklarıyla daha çabuk açılırken beni uyandıran seslerin aslında evin içinden geldiğini anlamıştım. son altı aydır neredeyse her gün yaşadığım o tanıdık korku duygusu tekrar bedenime yayılmıştı. hamaktan hızla kalkmaya uğraşırken yere düşmemi bile umarsamadan hızla doğrulup eve yöneldim. ne olur bu sefer yanılayım...

eve yaklaştıkça yanılma ihtimalimin ne kadar düşük olduğu yüzüme çarptı çünkü içeriden daniel'ın sesi geliyordu. eve girdiğim gibi daha baskın gelen bağrışma sesleri daniel ve soobin'in kavga ettiğinin göstergesiydi. yine beni yüzümden birileri husursuz oluyordu. bu döngüye hapsolup kalmıştım.

salona girdiğim gibi birbirlerinin yakasına yapışmış kavga eden ikilinin arasın attım kendimi. "bırak! bırak onu geri zekalı herif!" bir yandan bağırıp bir yandan daniel'ı itmeye çalışırken gücümün son raddesini kullanıyordum fakat bunun etki etmesi bir kenara dursun kendimi yerde buldum bir anda. "sana sabrım kalmadı daniel. yeonjun için sustum, hiçbir şeye karışmadım ama belanı sikmeden önce evimden defol git!" soobin'in bu kadar sinirlenmesine ilk defa şahit olurken daniel'ı bir kağıt parçasıymış gibi basir bir şekilde yere fırlatması beni daha da şaşırtmıştı.

"sen kim oluyorsun da beomgyu'yla benim arama giriyorsun!" sanki bir aramız varmış gibi konuşması beni delirtiyordu. soobin sinirle güldükten sonra hala yerde olan daniel'a adımlayıp yakasından tuttu onu. "evimden siktir ol git yoksa bunca yıllık arkadaşım demiyip ağzını yüzünü dağıtacağım." daniel'ın gözünde öfkeyle harmanlanmış bir korku vardı ama korku daha ağır bastığı için karşılık veremiyordu soobin'e. yavaşça yerden kalktıktan sonra son defa bana bakıp dış kapıya doğru yöneldi.

"az önce ne oldu öyle?"

-

20/11/22

death by a thousand cutsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin