beomgyu
hayatım boyunca hiç bu kadar üst üste hayal kırıklığı hissettiğimi hatırlamıyorum. fazlasıyla dramatik biri olduğumu kabul ediyorum evet ama bundan dolayı değildi hissettiklerim. bu sefer gerçekten her şeyin üst üste gelmesi yükü, kaldıramayacağım bir sınıra getirmişti beni. en yakın arkadaşım, hiç var olmayan kardeşim yerine koyduğum soobin'in benim için hiç de böyle şeyler hissetmediğini öğrendiğim noktada kalabalık bir sokakta çırılçıplak kalmış gibi hissettim. sanırım duygularımın tam olarak tanımı bu olurdu. artık tamamen güvensizim. insanlara karşı da, hayata karşı da.
"iyi misin?" kendime güvenmeyi bırakalı zaten seneler oluyordu. soobin'den kaçıp yeonjun'a sığınmam da bunu göstermez miydi? buna sığınmak denir mi onu da bilmiyorum çünkü tek amacım oradan uzaklaşmaktı. yeonjun peşimi bırakmadığı için onunla gittim ve bunu bir bahane olarak kullanıyorum, evet.
bir yanım onunla olmak istiyor bunu bahane olarak kullanan yanım ama bunun olmaması gerektiğin haykıran tarafım da arabasına bindiğimden beri beni rahat bırakmıyor, kulağımın dibinde 'hata yapıyorsun!' diye haykırıyordu. yeonjun benim için asla basılmaması gereken o kırmızı çizgiydi, yasaklı bölgeydi çünkü."iyi olmam için sebep var mı? tanrı aşkına aşık olacak başka birini bulamadınız mı? neden ben ki!" gerçekten bir noktada durum trajikomik bir hal aldığı için gülmeye başlamıştık ama yandan görüyordum, yeonjun'un gözleri parlıyordu. mutluluktan değil. o bir türlü yenemediği umutsuz aşkının ve gerisinde bıraktıklarının hüzünlü parıltılarıydı.
"kendimi ihanete uğramış gibi hissediyorum." her seferinde işleri böyle saçma şeyler söyleyerek beni inanılmaz sinirlendirecek noktaya getiriyordu.
"soobin'in yaptığını ihanet olarak adlandırman ne kadar da garip. oysaki aynı şeyi kardeşin yaptığın da, hem de iğrenç bir yolla, sadece geri çekildin. sevgilisi, sevgisi tarafından ihanete uğrayan kim oldu peki?" gözlerim onunkinin aksine öfkeyle buğulanmıştı, yüzünü seçemiyordum artık. her seferinde beni bu noktaya getirmeyi başarıyordu ve ben salak gibi yine kendimi onun yanında buluyordum.
"her seferinde o zehirli oku atacaksın değil mi?" yoldan iki saniyeliğine gözlerini ayırıp bana baktığı zaman bir anlık söylediğime pişman olmuştum ama onunla normal bir sohbet ortamına girebilecek durumda değildim, değildik. ayrıca söylediğim şey sadece gerçekti.
"zehirli oku sen attın yeonjun, zamanında." iç çekişi yol boyunca duyduğum son sesti. onunla bu noktaya geldiğime o kadar zaman geçmesine rağmen hala inanamasam da yoluma devam etmem gerektiğini biliyorum. olması gerekeni yapmalıyım. artık bunun farkındayım, gerçek anlamda.
-
soobin
olan her şey saçma sapan bir pembe dizideymişim gibi hissettirmekten başka bir şey yapmamıştı. yarım saat önce beomgyu beni burada bırakıp, hiç dinlemeden, yeonjun ve adını bile anmak istemediğim ikiziyle çıkıp gitmişti. gözlerimin içine o son bakışı önüme, bana işkence çektirmek için koyulmuş bir sahne gibiydi. gitmiyordu oradan. benimse ellerim kollarım bağlıydı ne kalkıp kaçabiliyordum ne de o görüntüyü çekip atabiliyordum gözümün önümden.
uzun zamandır ona vurgundum. o benim son durağımdı, çıkmaz sokağımdı, kalbimi delip geçemeyen ama bir milim bile oynasa beni öldürebilecek küçük bir kurşundu beomgyu. hem ilk hem son nefesimdi. kimsenin tahmin edemeyeceği kadar çok seviyordum onu. ne ara bu hale geldiğimi bilmiyorum hatırladığım tek şey seneler önce onunla ve burnumun direğini sızlatan o bahar kokusuyla ilk karşılaşmamdı. çocuktuk o zaman, on iki yaşındaydı o ben on üç ama beomgyu o zaman da şimdi de aynı kokuyordu. hala, acımasızca burnumun direğini sızlatan o kokusu aynıydı. portakal çiçeği ve vanilyanın birleşimi, beni o an yerde belimize kadar gelen karlara rağmen sanki ilkbahar güneşinin altında, sıcağı kucaklıyormuşum gibi hissettirmişti. sonra gözlerine baktım, gözleri içimi ısıttı. el sıkıştık, tanıştık, isimlerimizi söyledik ve teni de yaktı beni fakat yaksa dahi ne kadar mutlu hissettirdiğini unutamıyorum. yüzü çok güzeldi. ben onun kadar güzel olmadığım için o zaman ki çocuk aklımla yüzünün nasıl bu kadar güzel olduğunu ve nasıl bu kadar değişik hissettirdiğini anlayamamıştım. meğerse aşkmış o şey işte.
