"kendimi kötü hissediyorum."
"neden?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. kötü hissettiğimde kendimi ifade ettiğim sayılı anlardan biriydi bu. yine de anlatmak içimden gelmedi, söylediğim cümle anında pişman olmamı sağlamıştı. "hyunjin, oğlum suratıma mal mal bakmasana."
oflayarak önüme döndüm. ilk teneffüsteydik ve yongbokie henüz yanıma gelmemişti. içimde ona dair hâlâ çözülmemiş şeyler vardı zira yanıma gelirse nasıl davranacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. elimdeki kalemi çevirirken minho omzumu dürttü. yavaşça ona döndüm. "baksana saçıma."
"hyunjin mal mısın amına koyayım? sabahtan beri dürtüp gösteriyosun zaten."
"hayır, onu demiyorum aptal zaten yakışıklıyım. ama baksana, çok anlık bir karar verdim." sertçe yutkundum. "ya duygularıma çok kapıldıysam?"
"anlaşıldı," dedi sırıtarak. gözlerimi kısarak ona baktım. "hâlâ içsel mevzularını çözememişsin."
"onu ben de biliyorum amın oğlu," elimde olmadan güldüm. "çok sağ ol, çok yardımcı oldun."
"kendine hiç fırsat vermiyorsun ki, sadece olacakları ya da neden olduğunu düşünüp duruyorsun. böyle düşüneceğine felix ile zaman geçirseydin eminim şu ana kadar içsel mevzunu çözmüştün."
"ya şu an hissettiklerimi onunla daha çok vakit geçirdiğimde hissetmezsem? bu işi onu üzmeden nasıl yaparım?" yüzümü buruşturdum. ona dair her şeyin iyi olmasını istiyordum ve şu ana kadar yeterince kötü anı biriktirmiştik. onun için bu oldukça fazlaydı çünkü bunların hiçbirini hak etmiyordu.
"neyin tatavası bu amına koyayım, bu çocukla konuşmadığın zaman nasıl hissetiğini ne çabuk unuttun?"
"sen nerden biliyorsun lan?"
"suratın beş karış olduğunda anlaşılıyor kanka."
göz devirdim ama bir şey demeye fırsatım olmadan jeongin ve changbin önümüze oturdu. "özlemişim sizi," dedi gülerek. kıpır kıpırdı.
"az önce buradaydın lan yalancı." dedim heyecanlı ifadesine bakarak.
"beş lira ver lan gerçeği söyleyeyim."
"ya bi siktir, yüz yüzeyken ayrı bir çekilmezsin." minho kollarını göğsünde toplayarak arkaya yaslandı.
"ne bu, her zamanki mallığı üstünde değil?" changbin sorgular bir şekilde kaşlarını kaldırmıştı. sırıttım.
"jisung okula gelmemiş."
"seungmin de yok niçin?"
"sana ne lan jeongin." dedi changbin kafasına vurarak. "bak ayran gönüllünün tekisin zaten, bizi de derde sokma."
iç çektim. aklım sonsuza kadar karışık kalacakmış gibi hissediyordum ve bu his beni o kadar daraltıyordu ki, boğazımı sıkan parmaklar somut hâle geliyordu âdeta. minho haklıydı, onunla biraz daha vakit geçirirsem hislerimi kolaylıkla anlayabilirdim ama bu bencilliği ona yapmak istemiyordum çünkü kendimden emin değildim. "kimi çiziyorsun?" dedi jeongin kafasını dibime uzatarak.
kaşlarımı çatarak önümde açık olan defterime gerçekten baktım. ufak bir beden çizmiştim ve çoktan kimi çizdiğimi biliyordum. "karalıyorum?" sorar gibi ona baktım. her zamanki hâllerimdi, neden sorguluyordu ki?
"çok minik bu felix'e benziyor."
"siktir lan," dedim aniden. bu kadar erken anlamasını beklemiyordum. üstelik yüzündeki sırıtış hiç hoşuma gitmemişti.
tepkimi görünce iyice sırıtıp "güzel güzel," dedi. "bu bilgiyi ben enayi puştpereste iki yüze bile satarım."
"öyle bir şey yapmadan söylerim ben de." gözlerimi kıstım. yapacağından şüphem yoktu, benim ise gizli saklım yoktu.