Liman kentleri artık ayaklarımızın altındaydı. Burası insanlar ile dolup taşıyor, bağırış çağırışlar arasında dediklerini zerre anladıklarını düşünmediğim insan gruplarının kavgaları arasında kalıyorduk. Limanın belli bir kısmı büyüklü küçüklü balıkçı tekneleri ile doluydu. Diğer kısmı ise sanki özellikle donanmaya aitmiş gibi, hastane, savaş ve çıkarma gemileri ile doluydu. Normalde böyle olmadığını biliyordum ama şu ambargo meselesi yüzünden kısa süreli burda olduklarını düşünüyordum. Belki de böyle düşünmem bile hatalıdır, emin değilim. Sürekli kara kısımlarında kaldığımdan ve denizcilik ile biraz bile olsun yakından uzaktan ilişkiye girmediğimden normalde savaş gemilerinin bile limanın belirli bir kısmında olduklarını bilmiyordum belki de. Belki de biliyordum, veya her neyse..
General Nikolaus önden ilerledikçe cesaretim yerine geliyor, daha hızlı ve de kararlı adımlarla takip ediyordum genç General'i. Ona genç demek içimden geliyordu yoksa kırk yaşlarında olduğunu düşünmeden edemiyordum. Liman havası iyi gelmiş olmalı ki yüzünde hevesli bir ifade vardı. Ellerini arkasına bağladı ve hemen ardından gözleriyle bana birini işaret etti. "Görüyor musun teğmen? Bu Kumandan Wilhelm Conrad." bir yandan çaktırmadan bana onu gösterirken bir yandan da konuşmaya devam etti. "Buraya onunla görüşmeye geldiğimizi sana söylemiş miyim?"
"Hayır efendim. Ne konuşmayı planlıyorsunuz Kumandan ile?"
"Havadan sudan şeyler. Benden bir paket bekliyor ama bizzat benim getireceğimi bilmiyor."Yavaşça yanına adımladığında peşinden ilerledim. Açıkçası heyecanlı hissediyordum. Yaşlı kumandanın yanına geldiğimizde, sanki bizi bekler gibi fazla şaşırmamış ama misafirperver yaklaşmıştı. Hayır hayır.. yaşlı adam öylesine şaşırmıştı ki bu şaşkınlık yaşlı yüz hatlarına yansıyamadı ve direkt olarak sesi ve elleri ile bize belli etti. General'in elini tutup sıkarken ne kadar da heyecanlı olduğu deli gibi titreyişinden anlamıştım. Mora çalan mavi gözleri öylesine parlak ve canlıydı ki mutluluğu doruklarında hissettim. O ne kadar heyecanlandı ise bende onun kadar heyecanlandım.
"Hoş geldiniz Generalim! Ama neden zahmet ettiniz buralara kadar? Mahçup ediyorsunuz beni, lütfen." hafif çatılan kaşları ile imalı imalı bakarken bir anlığına gözleri bana kaydı. Aynı zamanda General Nikolaus'da bana dönmüştü. Anlaşılan açıklamayı ben yapacak gibiydim.
"Sevgili General'e tatil izni verildi. Bu sıralar kendini çok yoruyor olmalı ki sevgili Führerimiz bizzat dinlenmesi adına ona bir tatil ayarladı sevgili Almanyamızda. Ve bence bu tatil gayet kendisine de iyi geldi!" bakışlarım ikili arasında gidip gelirken Kumandan Wilhelm buruk bir gülümseme takındı. "Kendini fazla yorduğu doğrudur evlat. Torpil falan değil bu tatil işi."Hemen ardından tekrar ikili arasında hızlı bir sohbet dönmeye başladı. Aynı anda hem yürüyor, hem konuşuyor ve de etrafı inceliyorlardı. Hemen arkalarından gelirken onların sohbetlerine kulak kabartmamak adına kendini oyalamaya çalıştım bir süre. Ayıp bir şeydi tüm bu gizlice dinleme işleri ve General bundan nefret ettiğini öyle çok dile getirdi ki en son en az onun kadar nefret ettiğimi fark ettim. Fakat bazı zamanlar özellikle benden şüphelenmeyecek insanların konuşmalarını dinlememi emrederdi. İstihbarat için, bilgi ve her türlü çıkar için sürekli olarak başkalarının peşinden gelip onları dinlerdim. Elbette dinlediğim kişi General'in ta kendisi olmadığı sürece her şey normaldir.
Denizi rahatlıkla görebilecekleri boş bir yerde ikili aniden durdu. Birkaç adım ötede kalarak bende durduğumda hışımla arkasına dönen General ile göz göze geldim. Eliyle hızlı hızlı yanına gelmemi işaret ettiğinde dediğini yapıp yanına geldim. "Bavulu aç Norton.." yere çömelip bavulu dikkatlice açtığımda eliyle mor renkli kumaş parçasını işaret etti. Bir ara gördüğüm o vazoyu istiyordu kısaca. Dikkatlice vazoyu bavuldan çıkarıp ona verdiğimde asıl ağırlığın tamamen vazodan kaynaklı olduğunu anlamıştım. Bavulu kapatıp yerden doğruluğumda neredeyse hiçbir şey hissetmiyordum.
O vazonun bir hikayesi vardı ama öncesi de söylemem gereken en önemli şey Kumandan Wilhelm ile ilgili. Vazo, mor kumaşından kurtulduğu ve gün yüzünde alabildiğine parlak maviliği ile kendini gösterdiğinde yaşlı adam kendini tutamamıştı. Sanki yeni doğan bir bebeği kucaklar gibi dikkatlice vazoyu kucağına aldığında gözyaşları çökmüş yanaklarından aşağıya damlamaya başlamıştı. Bir koluyla vazoyu tutup gözyaşlarını silerken titreyen dudaklarında nostaljikbir gülümseme ile teşekkür cümleleri döküldü.
Vazonun hikayesine gelecek olursak; Kumandan Wilhelm hayatının büyük bir çoğunluğunu denizlerde geçirmiş bir kaptandı. Gençlik yıllarında nadiren karaya çıktığını söyleyip rakiplerine hava atar dururdu. Ama aslen hayatının en nefret ettiği dönemleriydi özellikle aylarca sudan çıkmadan gerek denizaltı gerek gemi yönettiği zamanlar. Evde kendisini bekleyen karısını göremediği için kimi zaman seçtiği kariyerinden bile pişmanlık duyduğunu dile getirirdi. Elbette bu kariyerinde pürüzlere neden oldu ama asla mürettebatını geride bırakmadı veya onları umursamazlıktan gelmedi. Her ne kadar sevgili karısı ile vakit geçirmez istese de asla ülkesine zararı dokunmadı.
Günlerden birinde, eve döndüğü normal bir günde desej belki biraz sade kalır aslında. Geleceği zamanları mektuplar ile haberdar eden Kumandan, o gün bir sürpriz yapmak istemiş olmalı ki karısına herhangi bir şey söylemeden çat kapı gelivermiş eve. Karısı ise o şaşkınlık ile kalp krizi geçirince daha hastaneye bile yetişemeden o zamanların genç Kumandan'ı olan Wilhelm'in kollarında can vermiş. Genç eşi daha öncesinde de bir kaç atak geçirmiş ve kalp hastası olduğunu öğrendiğinde, haftalar sonra Wilhelm'in eline ulaşan bir mektupta her şeyi anlatmış. Elbette mektubun gecikmesi ve her şeyin üst üste gelmesi ile trajik ve inanılması güç bir ölüm gerçekleşmiş.
Karısının mavi renkli çiçeklerden hoşlandığını söylemişti zamanında General'e. Mavi renkli sardunyalar ile tanımıştı karısını. Neredeyse mürettebatında ki herkes sevgilini karısını mavi sardunyalı kadın, olarak anlıyordu. General'in bu hikayedeki rolü ise, açık artırmada satılacak olan bir vazoyu görmesi ve Kumandan'a haber vererek, yıllar sonra neredeyse ardında hiçbir hatıra bırakamayan genç karısını andıran bir hatıra ile buluşmasını sağlamaktı.
"Ne bir daha o eve gittim.. ne de bahçesindeki çiçeklerden birini bile yanıma aldım. Kapıyı kapattığım gibi buraya geldim." yüzünü sıvazlayarak zorla konuşurken General sürekli olarak araya girerek kendisine teselli verip durdu. Fakat artık kalkma vaktimizin geldiğini bir türlü hatırlayamamıştı. En son ikili arasında uzunca bir sessizlik olunca konuşma cesareti elde ettim. "Generalim? İzin verirseniz size bugünkü programda geç kaldığımızı hatırlatmak isterim. Aziz Nicolai Klisesi'ne gitmemiz gerekiyordu.."
Kısa bir vedalaşma, gözyaşları, teşekkürler ve daha nicesi..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I| 𝐌𝐨𝐨𝐠 𝐂𝐢𝐭𝐲 2 |I 𝐖𝐖2 ✫
Ficção Histórica"Bir hayalin var mı teğmen?" "Yaşamak efendim.. bir kolum veya bir bacağım olmasa bile yaşamak.." ~ww2 Almanlar için doğu cephesi ~moog city 2, bir Minecraft soundtrack parçasıdır.