0.5

115 11 12
                                    

-

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

-

roseanne lalisa'ya olan sinirini ayaklarından çıkarıyordu. soyunma odasından ayrıldıktan sonra hiddetle normal şartlarda 20 dakikada yürüdüğü yolu 5 dakikada katetmiş kendini eve atar atmaz papatya çayı demlemeye girişmişti. hoş bu sinirle değil bir iki bardak papatya çayı bir kazan içse anca söndürürdü içindeki öfkenin ateşini. bu nasıl bi hadsizlikti. roseanne'in başarısını emeklerini sorgulamak yetmemiş gibi çirkin imalarda bulunmak lalisa'nın ne haddineydi. "hadsiz." diye fısıldadı düşüncelerinin arasından. "hadsiz. sen kim olarak bana bunları söylersin ya." sesi yükselmişti. derin bir nefes aldı roseanne sakinleşmek adına. çayın kaynamasını böyle beklemek yerine üstünü değiştirmeye karar verdi. Hızlıca kararından vazgeçti. kapının yanına gidip çantasından pratik yaparken giydi kıyafetlerini çıkardı. pijamaları yerine onları giydi. papatya çayını cam bir şişeye aktarıp telefonu da eline aldı. üç duvarını boydan boya ayna ile kaplatığı dördüncü duvarına da esneme barı montelettiği pratik odasına yöneldi. bu sinirle uyumak istememişti. telefonundan müziğini başlattı ve kendini ritme bıraktı. saat gece yarısına yaklaşırken roseanne son bir saattir aralıksız defalarca tekrar eden müziği kapatmıştı. lalisa'ya olan sinirini gerçek anlamda ayaklarından çıkarmıştı. dans ederken giydiği bale patiklerini çıkarıp odanın bir kenarına attı rasgele. yorgunlukla odasına ulaştı. üzerindekilerden kurtuldu. sıcak bir duşun uyumadan önce vücuduna iyi geleceğini düşündü. temiz bir pijama takımı aldıktan sonra banyoya yöneldi.

-

jennie her zamanki rutinine uyarak roseanne'nin açık penceresine tırmanıyordu. kendini pencereden içeri girdiğinde yatağında mışıl mışıl uyuyan roseanne'ni göremeyince neler olduğunu şaşırdı. roseanne yaklaşık yarım saat önce bebekler gibi uyumak için yatağa girmiş olmalıydı. jennie olanları anlamdırmaya çalışırken gelen kapı açma sesiyle gözleri büyüdü. adeta olduğu yere çivilenmişdi. kaçması gerekiyordu. ya da saklanabilirdi. ancak olduğu yerden gram hareket edemiyordu. yakalanacaktı kaçış yolu yoktu. adım sesleri giderek yaklaşıyordu. roseanne odanın kapısında belirdiğinde gözlerini şokla araladı. evinde tanımadığı bir kadın vardı. lalisa'ya olan siniriyle dans ederken bedenini çok yormuş olmalıydı beyni ona oyun oynuyordu. bu gerçek olamazdı. jennie hala yerinde kıpırdamadan roseanne'e bakıyordu. roseanne gözlerini birkaç kez kapatıp açtı. karşısındaki kadının yok olmasını gözlerinin önünden gitmesini istiyordu. gözlerinin dolmasına engel olamıyordu. zayıf çıkan sesiyle fısıldadı. "Sen kimsin?" aniden içinde harlanan öfke ateşini hissetti. bu kadın kimdi ve roseanne'in evinde ne yapıyordu. ayrıca nasıl girmişti. öfkesinden güç alarak bağırdı. "sen kimsin benim evimde ne işin var?" burnundan soluyordu. bir anda hızla jennie'nin üstüne yürümeye başladı. jennie iki adım gerileyip duvara yaslandı. ellerini hala açık duran pencerenin pervazına yasladı. jennie kafasını omzunun üstünden çevirip açık pencerenden aşağı baktı. aylardır yol ettiği bu bina ilk kez ona ölüme bu kadar yakın hissetirmişti. belinden yukarısı boşluktaydı. roseanne jennie'nin bileğinden sertçe kavramış "ne işin var evime nasıl girdin buraya?" roseanne zıvanadan çıkmış gibi bağırıyordu. pencereye kaydırdı gözünü. çevik bir hareketle jennie'nin boğazına yapışıp açık pencerenden geriye doğru savurdu. boşlukta saçları savruldu jennie'nin. can havliyle bir elini pencere pervazının kenarına diğer elini ise boğazını tutan roseanne'nin ellerine yerleştirdi. o kadar korkuyordu ki o kadar sıkı tutmuştu ki saniyeler içinde parmak boğumları beyazlamıştı. "penceremden mi tırmandın odama?" diye bağırdı roseanne. delirmiş gibi davranıyordu. jennie ise dolmuş gözleriyle yalvarıyordu roseanne'e onu burda ölümün kucağına bırakmasın diye. konşacak hali yoktu. hoş konuşsa bile ne diyecekti. roseanne jennie'nin boğazından ayrılıp bileği sertçe kavradı yeniden. sürüklercesine mutfağa götürdü jennie'yi. yemek masasından telefonunu aldı. tuşladı polisin numarasını kısa bir konuşmanın ardından jennie'nin bileğini bırakmadan beklemeye başladı ekipleri. roseanne'in aklı hala almıyordu. tanımadığı bir insan evinin camından odasına giriyordu. nasıl hastalıklı bir zihin yapısıydı. jennie ise konuşacak gücü kendinde bulamıyordu. bileği hala roseanne'in hapsindeyken yere çökmüş hıçkırıklara boğulmuştu. saatine baktı zorla. 00.35. 10 dakika sonra abisinin yanına gidemeyince bide üstüne polisler gelince kai'nin vereceği tepkiyi tahmin edemiyordu. peki ya polisler gelince ne olacaktı? jennie'yi hapse atarlarsa abisi ne yapacaktı? peki ya hapse girerse jennie ne yapacaktı. olamazdı bu jennie hüküm giyemezdi. ya idam edilirse? kore'de idam hala kullanılan bir yöntemdi. jennie sırf hayran olduğu kadınla sohbet etti diye öldürülecek miydi? hayır jennie hayran olduğu kadınla sohbet etmemiş onun evine gizlice girmiş aklındaki hastalıklı düşüncelerini roseanne gece uyurken aktarmıştı ona. 3aydır her gece. gizlice.

Dancer in the Dark | ChaennieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin