8

86 11 70
                                    

Changkyun üstümdeki ölü toprağını kepçe ile odanın bir köşesine fırlatıp beni banyoya kilitlemiş, en sonunda da üstüme koca bir sweatshirt altıma da yine kendisinin olan bol bir eşofman geçirmiş deyim yerindeyse valiz gibi sürüklemişti beni. Nereye mi? daha önce gelmediğime emin olduğum bir kahve dükkanına son sürat sokmuştu ikimizi de. Barista kısmında olan kız ve oğlan alevli girişimiz yüzünden bir süre yüzümüze yargılarcasına bakmış, kafamdaki kapüşonu biraz daha yüzüme doğru çekiştirmiştim.

Dışarı çıkmak istemiyordum, dışarıyı bırakın çişe bile gidesim yoktu. Yatağımda öylece yatarken keşke yeme ve içme ihtiyacı duymayan bir canlıya dönüşmem içib dualar ediyor umutsuzca kendimi soyutlamaya çalışıyordum. Ama sevgili en yakın arkadaşım sanki ne mal olduğumu bilirmiş gibi sürekli küçük hoparlörümüzden şarkı açmış -komşumuz olan ahjussiden azar yiyecek kadar yüksek sesli hemde- düşüncelerimle ortada sıçan oynamama engel olmak için büyük bir uğraş vermişti.

Önümüzdeki oğlan da gidince kasanın başına gelmiş, Changkyun'un ikimiz adına sipariş vermesini dinlemiştim. Benim için istediği bol şekerli ve kremali kahvenin düşüncesi ile bile midem bulanırken araya girmiş "Ice americano"(?) demiştim. Changkyun seçimime şaşırır gibi olurken omuz silkmiş ve hesabı ona kitleyerek cam kenarındaki masalardan birine oturmuştum.  Oturduğum yerde bacağımı sallarken ce dışarıyı izlerken Changkyun elindeki kahvelerle karşıma oturmuş, kahvemi bana doğru uzatmıştı. " Hayırdır?" demişti kahvesinden bir yudum alırken. Neyi kast ettiğini anlayarak kahvemden bir yudum almış ve konuşmuştum. " Şeker gibi çocuğum zaten bundan sonra böyle içicem kahvelerimi." demiştim. Söylediğim şeye gülerken ' Sen bilirsin' demiş bir yudum daha almıştı kahvesinden.

Şeker gibi çocuk demiştim kendime ama içim resmen çürümüştü Jongin bakterim olmuş beni zamanla içten içe çürütmüştü. Dıştan sağlam görünüyordum ancak içimde Jongin'e karşı biriken öfke ve iğreti duygularından oluşan bir top vardı ve ben onu kusamadıkça daha da kötü olacağımı biliyordum. Ancak gelin görün ki içimdeki o çürüğü nasıl kusacağımı bilmiyordum.

Oturduğum yere iyi yerleşirken Changkyun havadan sudan konulardan konu açmaya çalışıyordu ki buna ihtiyacı bile yoktu. İkimiz yanyana gelince her türlü şeyden konuşabilirdik. Şuan ki bu gereksiz çabasının ise biraz olsun morelimi düzeltmek için olduğunu da iyi biliyordum.

O konuşurken, bende gözümü dikmiş onu dinlerken bakışları arka tarafıma kaymış, sözcükleri uzamış ve en sonunda çatık kaşları ile susmuştu. Suratına ne oldu dercesine bakmış ve arkamı dönmüştüm ki kırmızı ve siyah tonları ağırlıklı motorcu ceketi ile yüz yüze gelmiştim. Başımı geriye çekip kafamı karşımdaki oğlana ve yanındakilere dikmiştim. Yüzleri bir yerden tanıdık gelse de tam olarak kim olduklarını çıkaramamıştım. En sonunda arkamdan çekilmiş ve yanımıza birer sandalye çekip oturmuşlardı.

Pekala okulda oldukça sakin bir yaşantısı olan biriydim -jongin olayını saymazsak tabii -. Changkyun'un da akademik hayatının benimki kadar heyecansız ve monoton olduğuna emindim ama bu oğlanların neden masamıza çöktüğünden pek emin değildim. Pek belalı bir tipleri yoktu ancak yinede soğuk bir mizaçları olduğu gerçeğini değiştirmiyordu bu. Changkyun'a hızlı bir bakış atmıştım ki onunda bana 'Bir boklar mı yedin?' bakışından attığını görmüştüm.

"Yahu daha ne kadar birbirinize öyle bakacaksınız?" demişti hemen yanımda oturan oğlan. Beyaz gömleği ve pembe süveteri oldukça tatlı dururken konuşması da bir o kadar nazik ve cana yakındı. Olduğum yerde dikleşip öksürmüş ve onlara dönmüştüm.

" Eee," demiştim konuşmalarını beklerken " hayırdır? tanışıyor muyuz?". Motorcu ceketli olan ceketini çıkartırken konuşmuş ve bu simaları nereden hatırladığıma açıklık getirmişti.

kisses&hugsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin