-Basat ve Ereke-

30 11 0
                                    

Yeni bölüm sizlerle. Yorum ve oylarınızı bekliyorum. 

Batur artık nefes almayı unutmuş ölümü tattığını bilirken yüzü kızarma evresini geçmiş, morarmaya dönmüştü. Belki de birkaç saniyesi kalan adam artık çırpınmayı da bırakıp bedenini de gevşettiği esnada Alpagut içindeki sesi daha fazla susturamadı ve yayı gevşetmek için çevirdiğinin tam tersi yönde çevirerek kirişi açtığında Batur yüz üstü yere kapaklandı.

Yapamamıştı adam. Kandaşına kıyacak kadar zalim olamıyordu bir türlü. Bu yüzden ona güçsüz diyeceklerse kabullenirdi. Ağabeyi yere kapaklanmış, yay başka yere düşmüş kendisi de ne hissetmesi gerektiğini bilmez bir halde ağabeyine bakarken bir damla yaşın sakalına düştüğünü fark etti. Bakışları ağabeyinin bedeninden ayrılırken tam karşısında ona bakan Umay'ı buldu.

Seslere uyanan Umay, son anda gelmişti. Biliyordu eşinin, evdeşinin doğru kararı vereceğini biliyordu. Doğru olanı yaptığını gösterircesine kafasını salladığında derin bir nefes alarak bağırdı. Evdeşinin büyük bir sınavı vermenin yorgunluğunu yaşadığını bildiğinden kendisi onun işini üstlendi.

"Alplar!"

Kapılar açılıp alpler içeri girdiğinde de Alpagut yerine emir verdi. "Batur Tigin'i çadırına götürün. Hanımız yarın ona cezasını verecektir." Dedi. İki alp bağır basarak cevap verdikten sonra hala daha nefesini toplamaya çalışan Batur'un kollarına girerek onu kaldırdı. Yarım yamalak yürüyen Batur'un ardından bakan Alpagut bir süre kapıya baktı.

Umay aralarındaki mesafeyi kapatıp elini omzuna koyduğunda "Alpagut eyi misin?" dediğinde döndü Alpagut yüzünü Umay'a ve cevaba gerek kalmadı. Umay anlayacağını anlamıştı. Koluna iyice sokulup kafasıyla odalarını işaret etti.

"Aydı içeri geçelim. Uzun bir gece olur." Dedikten sonra çekiştirerek onu içeri çekti. Alpagut da bu çekiştirme karışışında direnmedi ve içeri geçti. Madem zalim olamamıştı o vakit diğer seçeneği kullanmak zorundaydı.

İşte merhametle başlayan bir devire doğan ilk tigin şimdi takip edildiğinin farkında değildi. Bir sepetin içine dolduğu ekmek çiğ et ve elmalar taşıyabileceğinden bir tık ağır olduğundan yeri geldiğinde zorlansa da bunu tek başına yapmaya kararlıydı. Madem bir alp olacaktı, taşımayı da bilmeliydi.

"Ne eder bunlar böyle?" dedi Aşpartma. Sessizce süren takipte sona yaklaşıyorlardı. Gerçekten de dere kenarına giden İlbay'ın rotasının az ilerideki ağacın altında onu bekleyen Mergeni görmeleriyle birlikte bu üçlünün bir işler karıştırdığı kesinleşmişti.

"Evet ikinciyi de bulduk. Bulduk da benim delü kızım nerede?" dediğinde Aşpartma kıkırdadı. "Senün ki ağacın tepesindedir gene. Onu yerde bulmak ne mümkün?" dedi. Umay "Sanki bir kuştur. Ne anlar ağaç tepesinde gezmekten." Dedi ve ilerlemeye devam ettiler. Mesafe bayağı azalırken onları gören Mergen tam ses edecekti ki Umay elini kaldırıp parmağını dudaklarına dayayıp susmasını söyledikten sonra Mergen gözlerini kapatıp kabullendi.

Birkaç dakika sonrasında küçük delikanlı kendisinden az büyük kızın yanına geldiğinde Mergen ellerini arkasına aldı. Anasından aldığı simsiyah saçlarını kendine yakışacak şekilde iki örgü yaptırmıştı. Üzerinde beyaz içliğinin üzerine giydiği yeleği ve şalvarı ve minik çizmeleriyle o kadar tatlıydı ki görenin içini ısıtırdı. Babasından aldığı boncuk mavi gözler ve bileğinde taşıdığı işaret annesinin özlemini azaltıyordu.

"İlbay ne edecez bu kadar aşı?" dediğinde İlbay sepeti önlerine fırlatırcasına atarak ellerini beline koydu. "Hem bir tigin olarak taşırım hem de beğenmez misin? Kendin alaydın o vakit!" dediğinde üstten ince bir ses duyuldu.

Alpagut: Yükseliş (3)  YakındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin