02

56 17 29
                                    

Evet, bunlardan ibaretti düşüncelerim. Daha birçok kez iç konuşmama maruz kalacaksınız fakat merak etmeyin, monologlarımda balıklardan fazla bahsetmemeye çalışırım.

.
.
.

Yatağımdan kalkıp okula gitmek için tek bir sebebim var galiba, annem. Bana ısrar etmese asla gitmem oraya. Bir işe falan girerdim sanırım. Oku, kendini kurtar oğlum derdi bana hep annem. Son zamanlarda demiyor. Çok konuşmuyor benimle. Hastalığı gittikçe daha kötüye gidiyormuş. Doktor öyle söyledi. Beni unutabileceğini bilmemi istedi. Anlarsınız ya, alzheimer. Üniverste sınavını kazanabileceğimden bile emin değilim. Kendime güvendiğim pek söylenemez. Henüz bir senem daha var neyse ki. Bu süre içerisinde elimden geleni yapmaya çalışacağım, kendim için en azından.

Zaten birkaç ay sonra on dokuz yaşına gireceğim. Okula bir yıl geç başladığım ve eski okulumda da bir sene hazırlık okuduğum için şu anki sınıf arkadaşlarımdan iki yaş büyüğüm. Onlar yakında on yedi olacaklar. Her neyse. Kafa yormaya değecek bir konu değil bu benim için. Birkaç senaryo daha var kafamda. Mesela ileride annem artık beni tanımadığı için benden korkmaya ve en kötü ihtimalle beni evden atmaya kalkışırsa, okulu bırakıp yarı zamanlı bir işe girer ve annemin cenaze masraflarını biriktirmeye başlarım. Okuma planlarım da suya düşer. Annemin fazla zamanı kalmadığını da söyledi bana doktor.

Alzheimer bizde, daha doğrusu annemlerin soyunda genetikmiş. Ve korkulacak bir yanı yokmuş. Annem öyle söylemişti bana, doktordan döndüğünde beni söyleyeceklerine alıştırmaya çalışırken. O zamanlar küçük bir çocuktum tabii. İlkokul dört ya da beşe gidiyordum sanırsam. İkna olmuştum hemen. Annem bana bu hastalığın kendisine de nüksettiğini söylediğinde ise, gözlerim dolmuştu ve görmesin diye, belki de biraz duygusallığımdan sarılmıştım ona sımsıkı. Dolan gözlerimi de birkaç kez ovuşturduktan sonra öpmüştüm annemi kocaman, sonra da inmiştim kucağından.

Size henüz söylemediğim bir şey daha var ki, annem öz annem değil. Biliyorum, şaşırdınız. Size biraz ondan ve öz anne babamdan bahsedeyim o hâlde.

Babam olacak kişi varlıklı bir iş sdamıymış, annem ile güzel giden bir evlilikleri olmuş zamanında. Bir çocuk dünyaya getirmek istemişler ve annem yakın zamanda hamile kalmış fakat bir sorun varmış. Hamileliğinin yaklaşık ikinci ayında babamın şirketi yavaştan batmaya başlamış. Başta bunu anneme hissettirmemeye çalışmış, o stres olmasın ve bana zarar gelmesin diye. Düzeleceğini de düşünmüş tabii fakat ne mümkün? Sonunda babam da dayanamamış bu baskıya. İçki ve sigaraya başlamış ve bu huyu her geçen gün daha da kötüye gitmiş.

Babam alkolik olmuş iyice. Şiddete eğilimliymiş artık. Bunun üstüne bir de evimizin hizmetçisini hamile bırakmış, sarhoşken. Ne yazıktır ki kadıncağız kimseye söyleyememiş, utancından. Ne aldırmak istemiş çocuğunu, ne de doğurmak. Her nasıl olduysa, kıyamamış sonrasında ona. Doğurmaya karar vermiş çocuğunu. Ne parası varmış, ne de gidecek bir çatısı. Öyle ya, bırakamamış işini. Eh, biraz birikmişi varmış gerçi. Bebeğime harcarım diye düşünmüş, bu yüzden de en azından çocuğunu doğurana kadar devam etmek istemiş işine. Onun için zor, hatta çok ama çok zor olsa bile.

Hoş, babamın "hizmetçisine" ödeyecek bir geliri de kalmamamış ya zaten. Her neyse, anlayacağınız babam tecavüzcü olup çıkmış bir de.

Eve haciz gelmiş sonrasında, bilirsiniz. Annem çok kotüymüş artık. Hamileliğinin altıncı ayıymış. Beni doğurmak istemiyormuş. Düşmem için her şeyi yapmış. Ağır bir şeyler taşımış, ya da karnına vurmuş, ne bileyim, kendini aç bırakmış... Ne gelirse aklınıza işte. Zavallı ve henüz gelişimini dahi tamamlayamamış olan ben ise, ölmemişim. Nasıl oldu bilmiyorum ama, hayata tutunmuşum bir şekilde. Keşke, keşke tutunmasaymışım diyorum bazen. Daha doğrusu, her zaman diyorum bunu.

Balık ve Akvaryum | HyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin