part üç - kırmızı ipler

79 10 48
                                    

medya: hozier - arsonist's lullaby 

" O bakışlar, kıyameti doğurur.

*:・゚✧

Krallıkta akşam saatlerine yaklaşılmıştı. Başkomutanın Prens'in ruhu için verilmesini önerdiği yemek bugün düzenleniyordu. Herkes telaşla malikanedeki son hazırlıklarla uğraşmaktaydı. Kral, kırmızı takımı ve yine yerlerde sürünmesine izin verdiği peleriniyle ulaşılmaz görünüyordu. Sert duruşundan hiç ödün vermiyor, hazırlıkları gözlemliyordu. Elindeki içkisinden bir yudum aldı.

"Başkomutan Min Yoongi nerede?" Sadece yanındaki yardımcısının duyabileceği şekilde konuşmuştu. 

"Merkezden getirilmesi gereken birkaç eksik için gitti kralım. Kısa sürede tekrar burada olur."

"Peki, Jeon Jungkook'tan bir haber var mı?" dedi bu sefer. Yardımcısı olumsuzca başını salladı. Gülümsedi kral. Karşılık vermedi ve içkisinden bir yudum daha aldı. 

Aynı dakikalarda bir adam, yalnız başına bir sağa bir sola ilerliyordu. Min Yoongi, üzerine yapışan kıyafetinin boynunu tuttu ve çekiştirdi. Yaşadığı stresten midir bilinmez soğuk soğuk ter döküyordu. Tepedeki kilisenin arkasındaki büyük bahçedeydi. Her şey hazırdı. Bir kenara yerleştirilmiş büyük bir kafes ve içinde kalın zincirlerin hazır olduğu prangalar vardı. Onları buraya getirtmek her ne kadar zor olsa da başarmıştı. Araya statüsünü de katarak engelleri aşmıştı ancak bir sorun vardı. Kral'dan habersiz krallıkta kuş uçmazken kendisi Jeon Jungkook'a yardım ediyordu. Ve bu ettiği yardım akla hayale sığmayacak cinstendi. Derin bir nefes aldı ve bakışları kilisedekine göre oldukça sade bir tabutta yatmakta olan bedeni buldu. Bu olaylar bittiğinde uyanmasını diledi. Yoksa ülkenin alacağı hali düşünemiyordu bile.

Sessizce geçen süre sonunda uzaktan duyulan nal sesleriyle başını yerden kaldırdı. Malikane yolunu kullanmak kendilerini ele vermek olacağından sarp kayalıkların olduğu taraftan gelmişlerdi anlaşılan. Yaslandığı ağaçtan uzaklaştı birkaç adım, üç atlının kendisine doğru yaklaşmasını izledi. 

Jungkook'un kalbi ağzında atıyordu adeta. Başkomutan'ın her şeyi hazır ettiğini görmek yüreğine su serpmişti. Yeterince yaklaştıklarında tek bir harekette indi attan. Yularını eline alarak ilerledi Min Yoongi'ye doğru. Taehyung ve büyücü de hemen arkasındaydı. 

"Hoş geldiniz." 

Hafifçe eğilerek onu selamlamıştı. "Yoongi, sana minnettarım." dedi beklemeden. "Beni reddetmediğin için teşekkür ederim." Buna karşın gülümsedi adam. Yüzünde endişeli bir ifade vardı yine de. Sağına döndü ve tabuta baktı. "Umarım.." dedi tekrar gözleri karşısındaki adamı bulurken. "Umarım işe yarar."

Başını salladı. Kendisi de bunu canı gönülden diliyordu. "Burada olduğumuzdan kimsenin haberi yok, öyle değil mi?"

"Yok efendim. Kral ve geri kalanlar düzenlenen yemekteler. Sadece elinizden geldiğince hızlı olmaya çalışın. Sizler buradayken ben onları oyalayacağım." Gözleri diğer iki yabancıya da değmiş ve bir baş selamı vermişti. "Şimdilik gitmek zorundayım. Yokluğum fark edilmemeli." Bu sefer veda etmek için eğildi önünde.

"İyi şanslar."

Ve koşarak uzaklaştı büyük alandan. Kalanlar gidişini izlediler bir süre. Tepeden inen adam sonunda gözden kaybolduğunda derin bir nefes aldı Jungkook. Oldukları yerin biraz ilerisinde bir uçurum vardı, daha ilerisi ise deniz. Öyle ki o yükseklikten düşen biri asla hayatta kalamazdı, diye düşündü Jungkook.

for you and me - namkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin